11 Nisan 2012 Çarşamba

Derin Yabancı

Derin Yabancı...

“Derin devlet” yoktur...

Devlet mi var, derini olsun?..

“Derin yabancıdır” o...

*

NATO’nun Libya’da ne işi var?” diyen devletti...

Bir hafta içinde devletin uçağını NATOkapsamında Libya’ya gönderdi de... Elinden “insan hakları ödülü” aldığı Kaddafi’yi “İnsan haklarını çiğniyor” diye bombalattı; derin yabancı...

*

Mısır’a gidip Mübarek’e sarılıp öpen; devlet...

Birkaç ay geçti geçmedi; Mübarek’i kafese koyup mahkemeye getirenlere para ve silah yardımı yaptırabildi; yine derin yabancı...

*

Diyelim ki Mavi Marmara gemisi vurulduğunda horoz kesilen devletti...

Derin yabancı susmasını söyledi...

Sustu horoz...

*

Siz görmeyin...

En yakın yandaşları İran gördü mesela...

Türkiye’nin “taşeronluk yaptığını” ulusal televizyonlarından duyurdular...



Parmağında oynatıyor...

Türkiye üzerindeki büyük oyun derin yabancının yazılımıdır...

Müthiş plana karşı çıkacak kim varsa hapishanelere doldurulup... Ulusal duyguları dile getirebilecek medyayı silip... Boyun eğmeyecek askeri sindirip... Yargıyı, sivil toplum kuruluşlarını, üniversiteleri hizaya getirip yol temizliği öngören plan yerli malı olamayacak kadar kusursuz...

*

Devlet “komşularla sıfır sorun” dedi, sadece birkaç ay sonra oldu size:

Komşularla sıfır barış... 

Bizim devlet, Esad’ı arada bir gidip öpüp “Biz kardeşiz” derken, bir anda “Seni katil” demesi de ondan...

Olacakları izleyin artık...

*

Başı beladadır Türkiye’nin...

AKP’nin istediği din temelli rejimi kurup bir çağdaşlaşma projesi olan cumhuriyeti yıkmasına yardımcı olurken, karşılığında onu bölgenin tetikçisi olarak kullanıyor; derin yabancı...

Dünyanın en yalan, dolan, entrika dolu politikasını oturup saf saf izledikçe Türkiye, bu ülkede olacaklara da derin yabancı karar verecektir...

Siz değil... 


bekir coşkun - cumhuriyet

9 Nisan 2012 Pazartesi

What Must Be Said

The German Nobel laureate denounced Israel's nuclear weapons, and was in turn denounced by the Israeli Prime Minister.


What Must Be Said

Why do I stay silent, conceal for too long
What clearly is and has been
Practiced in war games, at the end of which we as survivors
Are at best footnotes.

It is the alleged right to first strike
That could annihilate the Iranian people-- 
Enslaved by a loud-mouth
And guided to organized jubilation--
Because in their territory,
It is suspected, a bomb is being built.

Yet why do I forbid myself
To name that other country
In which, for years, even if secretly,
There has been a growing nuclear potential at hand
But beyond control, because no inspection is available?

The universal concealment of these facts,
To which my silence subordinated itself,
I sense as incriminating lies
And force--the punishment is promised
As soon as it is ignored;
The verdict of "anti-Semitism" is familiar.

Now, though, because in my country
Which from time to time has sought and confronted 
Its very own crime
That is without compare
In turn on a purely commercial basis, if also
With nimble lips calling it a reparation, declares
A further U-boat should be delivered to Israel,
Whose specialty consists of guiding all-destroying warheads to where the existence
Of a single atomic bomb is unproven,
But as a fear wishes to be conclusive,
I say what must be said.

Why though have I stayed silent until now?
Because I thought my origin,
Afflicted by a stain never to be expunged
Kept the state of Israel, to which I am bound 
And wish to stay bound,
From accepting this fact as pronounced truth.

Why do I say only now,
Aged and with my last ink,
That the nuclear power of Israel endangers
The already fragile world peace?
Because it must be said
What even tomorrow may be too late to say;
Also because we--as Germans burdened enough--
Could be the suppliers to a crime
That is foreseeable, wherefore our complicity
Could not be redeemed through any of the usual excuses.

And granted: I am silent no longer
Because I am tired of the hypocrisy
Of the West; in addition to which it is to be hoped
That this will free many from silence,
That they may prompt the perpetrator of the recognized danger
To renounce violence and
Likewise insist
That an unhindered and permanent control
Of the Israeli nuclear potential
And the Iranian nuclear sites
Be authorized through an international agency
By the governments of both countries.

Only this way are all, the Israelis and Palestinians,
Even more, all people, that in this
Region occupied by mania
Live cheek by jowl among enemies,
And also us, to be helped.


Günter Grass

8 Nisan 2012 Pazar

Geçmiş Zaman Olur ki = Samuray kılıçlı Gökçek'e 17 ay hapis


Samuray kılıçlı Gökçek'e 17 ay hapis

29 Mart 2007
Nurettin KURT / ANKARA
Samuray kılıçlı Gökçek'e 17 ay hapisTrafik tartışması yüzünden silahlı-kılıçlı kavgaya karışan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in oğulları Ahmet ve Osman Gökçek, adam yaralamak ve kılıç taşımak suçlarından hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme cezaları paraya çevirirken, olayda ağır yaralanan avukat kardeşler Oğuz Kaan Doğan ve Metehan Doğan da mahkum oldu.

Melih Gökçek'in oğullarının karıştığı kavga davasında bugün karar çıktı. Ankara 10. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen davada mahkeme Osman Gökçek'i iki kişiyi darp etmek, yaralamak, izinsiz kılıç taşımak suçlarından toplam 17 ay hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme bu cezayı, toplam 10 bin 650 YTL para cezasına çevirdi. Aynı davada yargılanan Ahmet Gökçek de toplam 12 ay hapis cezasına çarptırıldı, ceza 7 bin 200 YTL para cezasına çevrildi. Gökçek'in yeğeni Ufuk Seçkin de Ahmet Gökçek ile aynı cezaya mahkum edildi.
/_newsimages/3115444.jpgGÖKÇEKLER'İN YALANCI TANIĞI DA MAHKUM
Olaya adı karışan güreşçi Taşkın Özkale ise toplam 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Özkale'nin cezası paraya çevrilmedi. Gökçekler'in tanık gösterdiği Borga Şahin ise yalancı tanıklık yaparak suçu üstlenmek istediği gerekçesiyle 6 ay hapis cezasına çarptırıldı, bu ceza da 3 bin 600 YTL para cezasına çevrildi. Olaya karışan dört kişi ise beraat etti.
MAĞDURLAR DA CEZA YEDİ
Olay sırasında hayati tehlike atlatan avukat kardeşler de kavgayı başlattıkları ve Osman Gökçek'i yaraladıkları gerekçesiyle ceza aldı. Mahkeme müşteki-sanık Avukat Oğuz Kaan Doğan'ı toplam 10 ay hapis cezasına çarptırdı, bu ceza 6 bin YTL para cezasına çevrildi. Müşteki-sanık Metehan Doğan da toplam 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme bu cezayı 4 bin 800 YTL. para cezasına çevirdi.
/_newsimages/3115443.jpgEN FAZLA CEZA KILIÇTAN GELDİ
Osman Gökçek, en yüksek cezayı kavgada kullandığı kılıçtan aldı. Mahkemede, Emniyet Müdürü Halit Turgut Yıldız bilirkişilik yaptı. Duruşma salonuna getirilen kılıcı inceleyen Yıldız, "Bu kılıcın taşınması vahim bir şeydir, ateşli silahlar kanuna muhalefete girer" dedi. Mahkeme, Osman Gökçek'e izinsiz kılıç taşıdığı için 9 ay hapis cezası verdi. Mahkeme olayda havaya bir el ateş edilen Osman Gökçek'e ait silahın ruhsatlı olduğundan sahibine iadesine karar verdi.


http://www.hurriyet.com.tr/gundem/6229751.asp

7 Nisan 2012 Cumartesi

Biz Tecavüzcüler...






Biz Tecavüzcüler...



Egemen Bağış, BBC’de tutuklu gazetecilerin suçunu açıkladı:

“Onlar tecavüzcü...”

*

BBC’ci zıpladı:

“Nası yani?..”

“Tecavüz ederken...”


Böylece İngilizler ne mal olduğumuzu öğrenmiş oldular...

*

Gazetecilere yakıştırdıkları sıfatlar:

Tinerci...

Gaspçı...

Terörist...

Darbeci...

Yalancı...

İhanet içinde...

Kökü dışarıda...

Suiniyeti ortada...

Katil...

Alçak...

Ve nihayet; tecavüzcü...

Bir eşcinsel, bir de pezo olmadığımız kaldı maazallah...

*

Tabii ki BBC sunucusu inanmadı:

“Nasıl olur?..”

“Tecavüz ederken yakalandılar...”

“Üzerindeee?...”

“.......!”

*

İngiliz cahil bilmiyor ki; Türkiye’de tecavüzden ya da banka soymaktan kimseyi asla içeri atmazlar...

*

Peki “tecavüzden” tutuklu gazeteci yok mu?..

Var..

Pozantı çocuk tutukevinde tutuklu çocuklara tecavüz edildiği iddia edildi... Mahkûm yakınları TBMM’ye, Adalet Bakanlığı’na, AKP bürolarına koştular...

Aman, duman...

Kimse dönüp bakmadı... İki genç gazeteci çalışıp didinip olayı belgelediler... Olay bomba gibi patladı ki...

Polis koştu...

İki gazeteciyi yakaladı...

Tıktılar içeri...

Tecavüz haberi yapmaktan...

Tecavüzden(!) bu ikisi var yani...

*

Ve kendisine teslim edilmiş çocukları tecavüzden koruyamayan iktidarın bakanı BBC’ye çıkıp “İçerideki gazeteciler tecavüzcü” diyebildi...

O bakana televizyonlarda yer verilmemesi, gazetelerde artık yer almaması gerekmez mi?..

Biraz olsun alınan varsa?...

Ama dün baktım; içerideki gazeteci arkadaşlarımızın mensup olduğu Milliyet Gazetesi’nde Egemen Bağış’a birinci sayfadan makale yazdırmışlar...


Belki cemiyetten ödül de alır...



Bekir Coşkun/Cumhuriyet

5 Nisan 2012 Perşembe

MASKARALIK


Kaçırmayın…
Koşun…
Koşarken sormalı:
“Niye koşuyoruz?…”
“Darbe yapmışlar…”
*
32 sene öncenin hesabını, 32 sene sonra sorduklarına göre; demek ki darbeye 32 sene sonra kızdılar…
*
Dün 12 Eylül mahkemesinin önünde toplanıp da “adil yargı”, “hukuk”, “insan hakları”isteyenlerin görkemli sayısı, 12 Eylül’ü aratmayan Silivri’nin önünde hiçbir zaman görülmedi…
Demek ki “adalet” duyguları da 32 sene sonra geliyor…
O zaman bugünün hesabını da 32 sene sonra anca soracaklar…
*
Bugün iktidarın Meclis’te orantısız güç sağladığı “yüzde 10 barajı” yerli yerinde duruyor…
12 Eylül darbesinin ürünü…
İsmi değiştirilerek “özel mahkemeler” duruyor…
12 Eylül’ün ürünü…
“Dokunulmazlıklar” duruyor…
12 Eylül’ün ürünü…
Koşun:

“Niye bu tarafa doğru koşuyoruz?..”
“Kaçmasınlar…”
İkisi de hasta ve yürüyemiyor…
Yani uçak versen kaçmaya, binemezler…
*
TBMM, 12 Eylül’de kapatıldı diye, müdahil…
Hükümet, kapatıldı diye müdahil…
Siyasi partiler, kapatıldılar diye müdahil…
Sorsanız ya; şu anda neye göre açıklar?..
12 Eylül Anayasası’na göre…
İzan 32 sene sonra bile gelmiyor…
*
Cumhuriyeti yıkıyorlar şu an…
Laikliği savunan başta Genelkurmay Başkanı hapiste, şeyh imam okulda derse başladı önceki gün itibarıyla…
Kimsenin sesi çıkmıyor…
Herkes sindi…
Korkudan…
Ama televizyonlar, gazeteler 12 Eylül’e horozlananlarla, küfür edenlerle, hesap soranlarla dolu sabah akşam…
Yiğitlikleri de tuttu…
32 yıl sonra…
*
Bir gün bu günlerden utanacak olsalar bile…
Demek 32 yıl ister…


Bekir Coşkun

2 Nisan 2012 Pazartesi

OKTAY SİNANOĞLU:“TARİHTEN SİLİNİŞİN EŞİĞİNDEYİZ”

Ceviz Kabuğu bu hafta ilginç açıklama ve görüntülere sahne oldu.
İzleyicilerin çok büyük bir ilgi ile izleyip, katıldıkları programda ilkler yaşandı. 
Digitürk’te olmamasına rağmen, Karadeniz TV’de Ceviz Kabuğu’nu izleyenler, Oktay Sinanoğlu’nu twitter’ta TT denen, yani o anda ülkede “en çok konuşulan kişi” (Top Trend ya da Trending Topics) yaptılar.
Öte yandan, Prof. Sinanoğlu bir izleyicinin sorusuna sinirlenerek ayağa kalktı, gitmek istedi, ama Cevizoğlu’nun sözleri üzerine geri döndü. Ancak, uzun süre stüdyo içinde ayakta volta atarak konuşmasını sürdürdü.
Bu arada, 3 saat 45 dakika süren Ceviz Kabuğu programının sonlarına doğru, Sinanoğlu’nun ikiz çocuklarından 4,5 yaşındaki oğlu Alper, stüdyoya dalarak volta attı, ayakta konuşan babasının boşalan koltuğuna oturdu, koşturdu. İzleyiciler bu durumu, “tam bir aile ortamı, samimiyet ve TV’de ilk” diye değerlendiren mesajlar attılar.

YENİÇAĞ'DAKİ HABER
Oktay Sinanoğlu'nun yaptığı önemli açıklamalar Yeniçağ Gazetesi'nde aşağıdaki gibi yer aldı.


Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, “Türkiye, tarihten silinişin eşiğinde” dedi. Sinanoğlu, Türkiye’nin elinde hem çok büyük fırsatların, hem de çok büyük tehlikelerin olduğunu belirtti. Tehlikeden kurtulmak için “Kültürel Soykırımın ortadan kaldırılması” gerektiğini ifade eden dünyaca ünlü Profesör Sinanoğlu, Ceviz Kabuğu’nda çok önemli açıklamalar yaptı.
Duayen gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun hazırlayıp sunduğu, Karadeniz TV’de canlı yayınlanan, Ceviz Kabuğu’nun bu haftaki stüdyo konuğu Türkiye’nin dahi Profesörü Oktay Sinanoğlu idi. Matematik, fizik ve moleküler biyoloji alanlarında üç profesörlük unvanı bulunan Sinanoğlu, 4+4+4 eğitim sistemi ve Suriye ile gerilen ilişkiler konusunda önemli tespitlerde bulundu. MHP Ankara Milletvekili Prof. Dr. Özcan Yeniçeri de telefon konuğu olarak katıldığı programda yeni eğitim yasasını değerlendirdi.
“İNSANLIĞI YÖNLENDİRECEK TEK MİLLET BİZİZ”
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu Türkiye’nin geleceği açısından en önemli konunun eğitim olduğunu kaydetti. “Türkiye’de can alıcı mesele eğitimdir. Tarihten silinişin eşiğindeyiz! Bu milletin tarihte yaşamasını isteyen varsa yapacağımız ilk iş ‘kültürel soykırımı’ önlemektir” diyen Sinanoğlu, Türkiye’nin 4+4+4 gibi, şike davası gibi laf kalabalıklarıyla uğraşmak yerine daha ciddi sorunlarını çözmesi gerektiğini vurguladı. 
Sinanoğlu, Batı’nın ve Amerika’nın ekonomik ve sosyal açılardan çökmüş olduğunu belirterek, Türkiye’nin elinde, atacağı adıma göre, hem çok büyük fırsatlar, hem de çok büyük tehlikeler olduğunu ifade etti. Sinanoğlu, “Bunlar Amerika’nın sürekli uyguladığı psikolojik savaş taktikleridir. Ki şimdi daha da geliştirdiler. Türkiye de bunun en iyi uygulandığı ülkedir... Aslında çok iyi bir zamandayız. Batı bitmiştir şu anda. Karşınızda bir güç yok ki… İnsanlığı tekrar yönlendirecek bir tane millet var o da biziz. Bunu kaç kez yaptık” dedi.
“TÜRKİYE SADECE DOĞU’YU DEĞİL, DAHA BÜYÜK BÖLÜMÜNÜ KAYBEDECEK”
4+4+4 eğitim sisteminin tam olarak ne olduğunun bilinmediğinin altını çizen Oktay Sinanoğlu, “Ortada bir fikir görmedim ki, destekleyim ya da desteklemeyim” dedi. 
Sinanoğlu, bu tip tartışmaların Türkiye’de asıl önemli konuların tartışılmaması için ortaya atıldığına işaret etti. Aydınların da bu oyuna geldiğini belirten Sinanoğlu, 12 yıllık kesintili eğitime çağdaş kesimin sadece imam hatipleri geri getirecek diye karşı çıkmasını eleştirdi. Prof. Dr. Sinanoğlu “Sahte çağdaş takımından Türkiye çok çekmiştir. 4+4+4’ e neden karşı çıkıyorlar? İmam hatip getiriyor diye… Kilise açılsa alkış tutarlardı, çağdaşlaştık diye. Bizim ciddi sorunlarımız var 4+4+4 gibi şike gibi laf kalabalıklarıyla uğraşmayalım. Yakında Türkiye’nin sadece güneydoğusu falan değil, daha büyük bir kısmı gidecekken televizyonlarda şike mike konuşuluyor. Bunlar konuşulmasın diye ortaya atıldı” şeklinde konuştu.
“AMERİKA’NIN ELİNDEKİ TEK KUŞ TÜRKİYE”
Türkiye’de yabancı dilde eğitim yapılmasını ve Batı’da eğitim alma hevesini de eleştiren Sinanoğlu, “Batıdaki biliminsanlarını da biz yetiştirdik. Çok da büyütmesinler onları” dedi. Hulki Cevizoğlu’nun, “Size vermediler ama, Batı’da yetiştirdikleriniz arasında Nobel ödülü alan da var mı?” şeklindeki sorusu üzerine, Nobel’e de önem vermediğini belirten Sinanoğlu, şunları söyledi:
“Türkiye’de yurtdışı deyince Amerika geliyor. Hâlbuki Amerika’dan başka ülkeler var. Amerika çökmüş, batmış bir ülke. Brezilya var mesela. IMF’yi def eden bir ülke. Malezya yaptı bunu ilk olarak, sonra Rusya yaptı, paçayı kurtardı IMF’den. Ve Brezilya IMF’yi sepetledi ve son sürat gidiyor. Amerika’nın, IMF’nin sözü geçen bir tek Türkiye’dir şu anda. Amerika’nın elindeki tek kuş Türkiye’dir. 60 senedir yaratılan bir şey var. Amerika’ya ilah gibi bakıyorlar.”
Sinanoğlu’nun “kuş” benzetmesi üzerine Cevizoğlu, espri yaparak, “Eskiden hindi (turkey) idik onlara göre, şimdi kuş mu olduk!” dedi.
“TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİMİ AMERİKALILAR YÖNETİYOR”
Oktay Sinanoğlu 1950’lil yıllara kadar Türkiye’deki orta öğretimin dünyadaki en iyi birkaç sistemden biri olduğunu ifade etti. Daha sonra bazı dış güçlerle yapılan gizli anlaşmaların eğitim sistemimizi bitirdiğini kaydeden Sinanoğlu şunları söyledi:
“Milli eğitim 1946-47’de gizli anlaşmalarla Amerikan danışmanların eline verildi. Orta öğretim o yıllarda dünyanın en iyisiydi. Ben onun ürünüyüm. Üniversitede ‘biz bunu biliyoruz’ dediğimiz zaman şaşırıyorlardı. Eğitimin bağımsız, kendi ülkemizin eğitimi olması gerekirken orta eğitimi en berbat ülkenin danışmanları bizim eğitimimizi yönetiyor. Amerika, 300 milyon olduk diyor göçmenlerle falan. 299 milyonu cahil bırakılmış bir gariban takımı Amerika.”
Oktay Sinanoğlu, 50’li yıllardan itibaren eğitim sisteminde yapılan değişikliklerin partilerle ilgisi olmadığını söyledi ve “Yapana değil yaptırana bak” dedi. Sinanoğlu, eğitim sistemimizi yönlendirdiğini iddia ettiği bu dış güçlerden cesur davranarak kurtulmanın mümkün olduğunu da belirtti. Sinanoğlu, “Benim içim rahat. Ben atalarıma borcumu ödedim. Gerisi size kalmış. Yaptığım bütün faaliyetlerimle borcumu ödedim. Kibarca sepetleyeceksin bunları. Kimse bu cesareti bulamıyorsa ben söyleyeyim isterseniz. Kendinize güvenin yaparsınız” diye konuştu. 

Oktay Sinanoğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklaması üzere tartışılmaya başlayan dershaneler konusunda Erdoğan’a hak verdi ve şunları söyledi: “Dünyanın hiçbir yerinde böyle yüzlerce binlerce dershane yok. Bunları ya okul yapın ya okulları dershane yapın. Haram para bakın ona göre... Dershane işi son derece anormal gençliğe de faydası olmayan bir sistemin parçası.”
“TÜRKİYE, KAFA OYUNLARI İLE SAVAŞA SÜRÜKLENİYOR”
Oktay Sinanoğlu Suriye konusunda da önemli tespitlerde bulundu. “Türkiye Suriye’ye girer mi girmez mi” sorusuna, “Amerika istiyorsa gireceksin. Girmeyiz diyen yok tabi” şeklinde yanıt veren Sinanoğlu, Suriye’nin 1300 yıllık Türk ülkesi olduğunu hatırlattı. 
Türkiye’nin, Hama’da binlerce Türk öldürülürken, Hatay’ı haritalarda kendi illeri gibi gösterirken tepki göstermediğine dikkat çeken Sinanoğlu, “1945’ten beri bütün hükümetler aynı şeyi yaptı. Ne olduğunu anlamadı bile, imza attı sadece. Darbeyi Kenan Evren gibi adamlar mı yaptı zannediyorsunuz? Onlar sadece imza attılar. Bu işler için askere falan gerek yok. Birtakım kafa oyunları ile Türkiye’yi bu hale getirdiler” dedi.
“Türkiye’nin Suriye politikası var mı, bilmiyoruz” diyen ünlü Profesör, Amerika’nın elindeki tek kozun Türkiye olduğunu belirterek, “Amerika’nın ne parası var, ne askeri var, ne dünyada itibarı var. Amerika bitmiştir, sıfırdır” şeklinde konuştu. 
Sinanoğlu, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kendi politikasını ortaya koyarsa her şeyin iyi olabileceğini de ifade etti. O politikanın varsa da doğal olarak açıklanmayacağını belirten Sinanoğlu, Dışişleri Bakanı hakkında “Herkes Amerika’ya giderken o kendi kendine Malezya’ya gitti. Aferin bu çocukta iş var dedim. Türkiye’nin Kissinger’i diyorlar. O kendi politikasını ortaya koyarsa çok iyi olacaktır” dedi. 
PROF. YENİÇERİ: “EĞİTİM DEĞİL, İHALE YASASI”
Ceviz Kabuğu’nun Telefon Konuğu MHP Ankara Milletvekili Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, 4+4+4 şeklindeki kesintili eğitimin, milli değil ekonomik bir eğitim sistemi olduğunu söyledi. Cuma günü Meclis’te kabul edilen yeni eğitim sisteminin eğitimden çok ekonomik sonuçları olduğunu ifade eden Yeniçeri, şunları söyledi:
“Eğitim değil, biri ihale yasa tasarısı bu. 24. maddeye göre okullarda dağıtılacak tablet bilgisayarların teminini istediği biçimde ihale edilecek. Bunun sadece altyapı masrafı 10 milyar dolar. Sonra sürdürülmesi 70 milyar dolara kadar çıkıyor. Bu kadar açık bu kadar hayasız bir teklifi biz onadık. Bu iktidardan 2015’te kurtulsak bile bu ihalelerin sonuçlarını çekeceğiz. Tasarının asıl sakladığı şey bu. ‘Yerli sanayi geliştirmek, yerli sistem kurmak için bunu yapıyoruz. Aksi halde Çinli’lere verilecek, büyük firmalar alacak’ diyorlar. Pamuk, pirinç buğday ithal ettiniz. Et ithal ettiniz. Öğretmen, doktor ithal etmeye kalktınız. O kadar büyük Kit’leri yabancılaştırdınız. Şimdi mi aklınıza geldi?”
“ÇOCUKLARIMIZI TEKNOLOJİ KOBAYI YAPACAKLAR”
Özcan Yeniçeri, öğrencilere dağıtılacak tablet bilgisayarların pek çok psikososyal sorunu da beraberinde getireceğini belirtti. Yeniçeri, “Teknoloji ile çocuklarımız bir kobay gibi kullanacak ama bunların üzerinde durulmuyor. Psikososyal bir sorun olarak ortaya çıkacak bu. Anomik ve yabancılaşma ile ilgili sorunları ileride karşımıza koyacağı çok açık” dedi. 
Yeni eğitim yasasının tartışma aşamalarında siyasete, halk önünde biraz daha itibar kaybettirdiğini belirten Yeniçeri, “Bu yasa tasarısının eğitimle ilgili yanı çok az. Yap boz, koy kaldır, dene yanıl… Olmadı başa dön sistemi… Yeni iktidar oligarklarının ya da kudret egemenlerinin sistemine göre değişiyor her şey” diye konuştu.
Yeni eğitim sistemi ile imam hatiplerin orta bölümlerinin açılacağını belirten Özcan Yeniçeri, şöyle devam etti:
“Bizim getirdiğimiz öneride ortaokullarda Kur’an ve peygamberimizin hayatını seçmeli ders olarak sunduk. Başörtüsüne de üniversitelerde özgürce girebilsinler, sorunu çözelim önerisini getirdik. Hükümetler getirip götüren bir sorun olmaktan çıksın istedik ama bize başörtüsü sorunu yok, dediler.
Dinine, diyanetine bağlı, Allaha inanan, peygamberini kitabını tanıyan bir nesildir dindar nesil. O açıdan biz de dindar nesil istiyoruz. Başbakan bir de dindar nesille kindarı bir arada kullanıyor. Dindar nesil Adalet ve Kalkınma Partisi’ne bağlı bir nesilse ona karşıyız. Bizim istediğimiz yattığı toprak, tuttuğu bayrak, döndüğü kıble belli bir insan yetiştirmek. Onların istediği biat kültürü.”
“4+4+4 PEDAGOJİK DEĞİL İDEOLOJİK”
Ceviz Kabuğu’nu telefonla arayarak programa katılan Eğitim-Sen Eski Genel Başkanı Alaaddin Dinçer de, yeni eğitim sistemine fiziksel ve psikolojik altyapı oluşturulmadan geçildiğine dikkat çekerek şunları söyledi:
“Erken yaşa alınması çocuk ve aileleri zor durumda bırakacak. Fiziksel olarak hazır değiliz. Ayrıca bizim çocuklar yaş, gelişim beslenme açısından da uygun değil buna ve pedagojik sorunlar da çıkacak. Ancak ne kadar erken yaşa alınırsa o kadar dini eğitime açılıyor. Dindar olan ve olmayan diye ayrışmaya neden olacak… Bu geçiş süreci için yeterli kaynak yok. Burada en büyük yük öğretmenlerin sırtına binecek. Laik okulları laik olmayan okulları gibi ayrılacak belki de öğretmen odaları da böyle ayrılacak. Bilim eğitimi din eğitimine feda edilmiştir. Bu pedagojik değil, arka planda ideolojik. Arka planda birtakım formatlamalar beklentiler var.”


(yeniçağ Gazetesi, 2 Nisan 2012, Pazartesi, s.1)