11 Temmuz 2011 Pazartesi

Hilal Cebeci'nin Memeleri mi Yoksa Doğuş'un Saksısı mı?

    Muhterem Cemaat,
                Biliyorsunuz ki ülkemizin gündemi sürekli yoğun ve ağır bir bilgi kirliliği içinde yuvarlanan bir kaya gibi sağa sola çarparak ve hemen her kesime zarar vererek ilerlemekte ve bunun önüne geçilemediği gibi kasıtlı olarak önünün açıldığı ve yönlendirildiği de aşikâr görünmektedir.
                Gün geçmiyor ki yeni bir skandala imza atılmasın, yeni bir kesimin infialine yol açacak eylemlere girilmesin. Ülke toplu halde bir kaos düzeni içerisinde yaşam mücadelesi veriyor dersek yanlış yapmış sayılmayız. Kimin eli kimin cebinde? Kim nerede kiminle, kim kime dumduma bir düzen almış başını gidiyor, komplo teorileriyle gerçekler birbirine karışmış çok ağır bir dezenformasyona maruz kalan yıllardır bilinçli olarak fakirleştirilmiş toplum ise kendini "TELEVİZYON" denen kitle uyuşturucusunun kollarına bırakmaktan başka bir çare bulamıyor. Aranızda herhangi bir babayiğit var mı "ben televizyon izlemiyorum"diyebilecek? Eminim üç beş kişi vardır ama toplumun hemen her kesimi üstelik de dünya standartlarının da üzerinde bir zamanını TV karşısında geçiriyor. Dünyada televizyon izlenme oranı en yüksek ülke ABD, ikinci sırada ise günde ortalama 6 saat ile Türkiye geliyor. Rakamlar değişebilir ama şu bir gerçek ki hepimiz TV bağımlısıyız.
Sanal dünya bizi gerçeğinden koparıyor.
                Peki diyeceksiniz ki “sayın hocam TV izliyorsak suç mu yani ne yapalım dünyadan haberimiz oluyor fena mı?” Hayır muhterem cemaat. Elbette ki dünyadan haberdar olmanın bir zararı yoktur bilakis faydası vardır. Fakat "kazın ayağı öyle değil!" Toplumumuz her alanda olduğu gibi "medya okuryazarlığı" konusunda da pek bilinçli değil maalesef. İnsanlar TV ekranlarında gördükleri duydukları kendilerine anlatılan hemen her kelama körü körüne inanıyor bunların geçerlilik ve gerçekliğini sorgulama konusunu akıllarına getirmiyorlar. Herhangi bir kadın programında isminin önünde Dr. ibaresi olan biri kimse " efendim falanca ot falanca hastalığa iyi gelir" ya da " falanca meyve kanseri engelliyor " dediyse ertesi gün çarşı pazar insanlar fellik fellik bunları arıyorlar. Doğru mu, yanlış mı, doğruysa ne derece doğru, yan etkisi nedir" gibi soruları sormak pek de öncelikli olmuyor maalesef.
                İnsanların TV ve medya okuryazarlığı konusunda ne kadar bilinçsiz olduğu ve yanlış yönlendirmelere ne kadar açık ve hazır olduğunu belirttikten sonra gelelim bu konunun kimler tarafından nasıl ve hangi amaçlarla kullanıldığına.
Küresel Kapitalist Sistem Şeması
                Günümüz dünyasında hakim olan tek bir güç var muhterem cemaat. PARA. Dünyamız PARA'yı elinde bulunduranlar tarafından yönetilmektedir. Bu daha farklı bir konu olmakla beraber ayrı bir yazı konusudur da aynı zamanda o bakımdan derinine inmeden devam ediyorum. Para yani sermaye sahiplerinin tek bir amacı vardır o da sermayelerini daha da büyütmek, total pastadan aldıkları payı daha da büyütmek "her ne pahasına olursa olsun!" Evet muhterem cemaat PARA hırsı onu elinde bulunduranları ve onu ele geçirmek isteyenleri hemen her türlü yalan dolan hile hurda ve bilumum kötülük yapmaya sevk etmektedir. PARA uğruna insanoğlunun yapmayacağı hiçbir şey yoktur. PARA sahiplerinin tek bir felsefesi vardır "her şeyin bir fiyatı vardır" Bir şey istiyorlarsa onu fiyatını ödeyip alırlar "Rüşvet" dünyanın bilinen en eski suçlarından birisidir ve tarihin hemen her döneminde "rüşvet" izine rastlanır.
                Dünyamızı perde arkasından yöneten sermaye sahipleri, maddi güçlerini kullanarak devlet politikalarını etkiler hatta değiştirebilirler. Ülkemizin dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birisi olduğunu ve dünyada bizim sahip olduğumuz GSMH'nin kat be katına sahip multi milyarderlerin olduğunu bilmek bu vahşi kapitalist düzen içinde aslında büyük görünmekle beraber ne kadar da ufak bir çark olduğumuzu da anlatıyor sanırım. Daha birkaç yıl öncesine kadar IMF denilen kurumdan yalvar yakar aldığımız birkaç milyar dolar kredilerle ekonomimizi yürütmeye çalıştığımızı hatırlarsak ve bu birkaç milyar doları arka cebinde gezdiren multi milyarderlerin ülkeler üzerinde nasıl bir etkiye sahip olabileceğini de açıklamış oluruz.
                Peki, bu denli güçlü olan bu sermaye sahipleri için ticaret yaparak kazanılacak 3-5 milyar dolar sizce onları tatmin eder, sokak ağzıyla "onları keser mi?" Elbette kesmez muhterem cemaat. Bu sermayedarlar deveyi hamuduyla götürmeyi adet edindikleri için onların önüne konulan bir parça et onları hiçbir şekilde tatmin etmez edemez. Bu sebeple onların hedefi olan dünya zenginliklerini barındıran ülkeleri mümkün olan herhangi veya bütün yollarla ele geçirmek ve ya bütün olarak ya da parçalar halinde yutmaktır.



                Dünya haritasını değiştiren sonuçları olan bu "yayıl, ele geçir, böl, parçala ve yut" düzeninin ayaklarından biri belki de en önemlisi TELEVİZYON denilen sihirli kutuyu kullanmaktır. Evet, bu sihirli kutu öyle melen bir şeydir ki maddi olarak zaten fakirleştirilmiş, yoksulluğu kanıksatılmış olan ve bu yüzden pek fazla sosyal etkinlik yapacak gücü ve şansı olmayan biz artık TELEVİZYONLA anamız, babamız, eşimiz, dostumuzdan daha fazla vakit geçiriyoruz. Onu hayatımızdaki herkesten daha fazla dinliyor, izliyoruz. Bu çok uzun zamandır maalesef böyledir. Sadece bizim ülkemizde değil bütün dünyada TV insanların en yakınında, her an ulaşabilecekleri yerlerde ve onsuz bir dünya hayal edilemeyecek noktasındadır. Buraya kadar her şey kusursuz ilerliyor. Peki devamında ne var? Devamı şu şekilde. Bu TV denilen "ahmaklaştırma kutusu"nu "kitleleri hipnotize etmek" için kullanıyorlar. İzlediğimiz reklamlar, filmler, diziler, magazin programları, talk show programları, haberler, hava durumlar aklınıza gelen hemen her şey aslında bir illüzyonun parçalarıdır. Programlarda verilen bilinçaltı mesajlar bebekten tutun da en yaşlısına kadar toplumun her kesimini içine alan bir yelpazede ve çeşitliliktedir. Hemen herkesin zevkle izlediği Disney çizgi filmlerinin bile içine gizlenmiş bilinçaltı mesajları biraz derinlemesine incelediğimizde korkunç gerçeği görüyoruz.
Çocukların bilinçaltına SEX pompalanıyor.
 Daha bebek yaşta nesiller bilinçli şekilde yönlendiriliyorlar ve "küresel kölelik sistemi"nin bir parçası haline getiriliyorlar. Kadın programları, gençlerin ilgiyle takip ettiği popüler diziler, popüler şarkıcıların kıyafetleri bile ayrı bir mesaj taşıyor. İnsanlar bunları izledikçe bilinçsiz olarak etkisinde kalıyor ve belli süreden sonra bazı şeyleri istemsiz olarak kanıksıyorlar. Onyıllardır izlediğimiz bol katliamlı, adam öldürmeli, kanlı, silahlı savaş, mafya filmleri artık bu insanlık dışı eylemleri ve bunları yapanları, gözünü kırpmadan adam öldüren film kahramanlarını kendine idol edinen büyük bir kitle meydana getirmedi mi mesela POLAT?  Gençlerin karşısına idol olarak konulan birçok pop ikonun(!) "moda" veya "tarz" adı altında sergilediği hareketler, konuşma biçimleri şarkılarındaki bayağı ve aşağılık cümleler gençlerin kulaklarında binlerce defa çınlamıyor mu her gün her yerde? TV ekranlarını gerçekten insanları düşünmeye, sorgulamaya iten tartışma programlarının saatleri kimse izlemiyor diye mi gecenin kör saatlerine konuluyor yoksa kimse izlemesin, öğrenmesin, düşünmesin diye mi? Kadını bir mal gibi gösteren, alınıp satılan bir meta olarak lanse eden, kadın bedenini bir silah olarak kullanmasının normal olduğu ve ilişkiler hakkındaki her türlü sapkınlığı sadece duygusal anlamda etkilenmeye bağlayan ve doğru bir şeymiş gibi gösteren, içinde milyarlarca lira değerinde evler, arabalar olan güzel kızlar, yakışıklı erkeklerin dönüp durduğu televizyon dizilerini gözünüzün önüne getirin. Sizce de bazı şeyler yanlış gelmiyor mu? Hemen her dizide ahlaksızlıklar bir şekilde normalmiş gibi kanıksattırılmıyor mu? Bunlar zaten olan şeyler, toplumun gerçekleriymiş gibi anlatılmıyor mu? 
Bu ucubeleri izlemek hayatta kaç gününüzü çaldı ?
 Sanatla alakası olmayan, vücudunu sergileyip, hakaretleşmeye varan polemiklerle magazin basınında kendine yer edinmiş bazı kimseleri sırf cırtlak sesleriyle söyleyebildikleri birkaç şarkı var diye "SANATÇI" adı altında lanse eden programlara, ciğeri beş para etmez kişiliksiz, ahlaksız, yeteneksiz, meziyetsiz kimseleri saatlerce ekranlarda birkaç polemiğe veya verdiği açık saçık pozlara istinaden izlettirmek size de çok saçma gelmiyor mu? İzlediğiniz yarışma programlarının ana teması "para için her şeyi yaparım" değilse nedir muhterem cemaat sorgulayınız?
                Oya gibi ince ince işlenen toplum Televizyon karşısında beyni uyuşturulmuş, toplumsal değerlerini, kültürel zenginliklerini unutmuş, beynine aşılanan popüler kültür zırvaları ve çeşitli etnik ve siyasi kin tohumlarıyla patlamaya hazır bir bomba haline yavaş yavaş getiriliyor. Burada bahsettiğim bilinçaltı mesajları, 25. kare tekniklerini, gizli reklam uygulamalarını yazının gereğinden fazla uzamaması ve sıkıcı olmaması adına detaylandırmıyorum ama biraz araştırma yaparsanız bu başlıklar altında yeterli bilgiye internetten de ulaşabilirsiniz.
Bu çizim 2008 yılına aittir. Sudan'a dikkat!
                İşte planlanması ve uygulaması onyıllar süren bütün bu anlattığımız şekil ve hallerle bir halkı fakirleştirilmiş bir ülkenin insanlarını bir arada tutan ve birlik duygusunu pekiştiren değerlerini yok edip, kültürünü yozlaştırmak, genç nesillerinin beyinlerini TELEVİZYON denen ahmak kutusuyla yıkama, boşaltmak ve içini dünyanın en gereksiz, saçma, ahlaksız, yoz doneleriyle doldurarak gencecik insanları adeta bir  "içi doldurulmuş kuklaya" çevirmek sonrasında yapılacak tek bir şey kalıyor bu küresel siyasete hükmeden sermaye sahipleri için. DÜĞMEYE BASMAK ve ülkenin bölünüp parçalanışını zevkle izlemek. Yugoslavya, SSBC, Bağımsız Devletler Topluluğu, Afganistan, Irak, Sudan, Yemen, Mısır ve daha birçok ülkede bu düzen işletilmiş ya da halen ve her an işletilmektedir.
               Elbetteki burada anlatmak istediğim “Aman muhterem cemaat sakın televizyon izlemeyin “ değildir. İzleyin fakat ne izlediğinizi bilerek izleyin.Bir kişinin sanatçı mı değil mi, entelektüel mi değil mi, olduğuna karar  vermek de elbette ki  kişinin de belli bir eğitime sahip olmasını gerektirir ve işbu nokta da bizim eğitim sistemimizin köreltilip işe yaramaz bir hale getirilmesinin nedeni ve sebebinin de yine bu  doğrultuda işleyen planın diğer bir parçası olduğunu vurgulamak sanırım yerinde olacaktır.  Evet muhterem cemaat, eğitimden sağlığa, ekonomiden, siyasete bütün çarklar aslında aynı amaca yönelik olarak kurulmuş ve işleyişi tek bir hedefe ulaşacak şekilde dizayn edilmiştir. Toplumu yok olma noktasına getiren birlikte hareket etme duygusunu silen ve bireyselleştirme idesi güden bu sistemden tek çıkış yolu bu düzenin varlığının ve amacının farkına varmak ve ona alet olmamaktır muhterem cemaat. Offlu Hoca olarak sizlere tavsiyem üçüncü gözünüz hep açık olsun. Dünya sizin etrafınızda gördüklerinizden çok farklı bir yerdir. PARA denen zehir gözlerinizi kör etmesin. Para amacınız değil insanca yaşamanızın aracı olsun. Uzun tuttum kısa bitiriyorum muhterem cemaat. Okuyup beğendiyseniz paylaşmanızda çok büyük hayır ve faydalar vardır. Cemaatimiz ne kadar genişler ise biz kendimizi o kadar sevap kazanmış addederiz. 

10 Temmuz 2011 Pazar

Dünyanın 193. Ülkesi Kuruldu: Sudan Bölündü! / Banu AVAR

BBC’nin haberi böyle… Zevkten dört köşe küresel medya... Sudan, Afrika’nın en stratejik köşelerinden biri, uzun uğraşlar sonucu bölündü. ‘Uluslar arası camia’ denen sırtlan grubu, Hollywood yıldızlarıyla saldırdı, ‘iyi niyet’ elçileri gönderdi, Al Gore gitti geldi, ekonomik tetikçileri her yerdeydi, ABD büyükelçiliği çok çalıştı, içerden hainler örgütlendi, birbirinin gırtlağına sarılacak etnik gruplar belirlendi, Araplar ve Afrikanlar diye sınıflandırıldılar, BM gruplardan birine sahip çıktı ve CIA örtülü operasyonları derken Sudan’dan bir parça koparıldı.

Güney Sudan bağımsızlığını ilan etti, dünya üzerindeki 193'üncü ülke oldu.

BBC, ‘Başkent Juba'da onbinlerce kişinin katıldığı törende Güney Sudan bayrağının göndere çekildiğini’ bildirdi. Yeni ülkenin ilk devlet başkanı Salva Kiir, anayasayı imzalayarak yemin etti.
Ne garip bölünen ülkenin devlet başkanı Ömer El Beşir, Birleşmiş Milletler Genel Başkanı Ban Ki Moon ile kutlama törenlerindeydi(!) 


Törende, "Bağımsızlık Beyannamesi" Güney Sudan Yasama Meclisi sözcüsü Wani Igga tarafından okundu. Sudan bayrağı indirildi. Güney Sudan bayrağı, yeni milli marş eşliğinde göndere çekildi.

Güney Sudan Afrika kıtasındaki 54. ülke oldu. 

Hani Afrika birleşiyordu?!

1963’de başlayan direnişin elebaşlarından ‘Kurtuluş ordusu’ generali Lagu 4 temmuz’da ABD Büyükelçiliğindeki davetteydi! Birkaç gün sonra bağımsızlık ilan edilecek olan yeni ülke için beyanat vermişti.

Bugünleri göreceğinize inanıyor muydunuz?’ diye soran gazeteciye, "Bize Tanrı yardım etti" dedi.

Demek onun lügatında ‘Tanrı’ ABD’ydi!

General Lagu ve bölücü örgütün önderlik ettiği savaş sonucu 40 yılda 2 milyona yakın kişi öldü. Ölümden beterini görenler oldu.

Sonunda BM devreye girdi.

Anayasalar değişti.

Referandum yapıldı.


Kan ve gözyaşından bıkan halk yüzde 99 oranında bağımsızlıktan yana oy kullandı.

Sudan BÖLÜNDÜ!

Bu hale gelmesi için yıllardır çalışmalar sürüyordu. Bu çalışmalarda ABD den sonra İsrail’in adını anmak şarttı!

Oded Yinon planı Sudan’da da uygulandı. Bu plan, İsrail’in güvenliği için Ortadoğu ve Arap ülkelerinin bölünüp parçalanmasını şart koşuyordu... İsrail, bu plan dahilinde uzun yıllar önce Sudan’a elini atmıştı.

Mahdi Nazemroaya, Global Research.com’da, 2008’de yazılan bir makaleyi ve yayınlanan bir haritayı hatırlatmıştı:

The Atlantic’de yayınlanan yazının başlığı ‘Irak’dan sonra Ortadoğu nasıl olacak?’tı.

Jeffrey Goldberg. Bu makalenin yazarı. Sudan’ın bölüneceğinden adı gibi emindi. İşte bu da haritası:
Resim
(bu harita Holly Lindem tarafından Goldberg makalesi için çizilmiş!
2008 şubat ayında The Atlantic’de yayınlandı)


Bugün ilan edilen dünyanın 193. ülkesi Güney Sudan haritada yeraldı. İlan edilmesi hayal edilen diğer ‘yeni ülkeler’ de besbelli!

Sudan’ı ikiye bölen Sudan Kurtuluş Örgütü başından beri, ABD ile olduğu kadar İsrail’le de yakın ilişki içinde oldu. Ben Sudan’dayken 2008’de, Darfur ve Güney Sudan’daki bölücü örgütler İsrail’de büro açacaklarını ilan ettiler ve hemen fiiliyata geçtiler. Süreç hızlandı...

Netice mi?

Mahdi Darius Nazemroaya neticeyi geçtiğimiz Ocak ayında Güney Sudan için yapılan ‘referandum’dan sonra özetlemişti:
Bölücü örgüt 1980’den beri, ABD, İngiltere ve İsrail tarafından canla basla desteklendi! Yeni kurulan Güney Sudan devleti, Güney Sudan halkının çıkarlarına hizmet etsin diye değil, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun kontrolü için planlandı.

Demokratizasyon’ süreci, Sudan’da etkili olan Çin şirketlerine karşı, İngiliz Amerikan petrol şirketleri çıkarları doğrultusunda yönlendirildi.


Şimdi yeni bir ülkenin vatandaşı olarak güne gözlerini açan Güney Sudan Cumhuriyeti vatandaşları, eski gerilla, yeni hükümet mensuplarının ABD bankalarındaki kabarık hesapları ve yolsuzluk dosyalarının farkına varmaya başladı… Ama artık çok geç!

Onlar kukla Güney Sudan devletinin ‘kukla’ vatandaşları... Özledikleri refah bir yana, kenarından köşesinden kullandıkları petrol ve yeşil alanları da artık İngiliz Amerikan şirketlerinin malı!

TOKİ ARACILIĞI İLE NASIL SOYULUYORUZ



TOKİ ARACILIĞI İLE NASIL SOYULUYORUZ


“Körler ülkesinde, tek gözlü baş olur!” demiş eskiler. Neredeyse en hırsız, en soysuz, en şerefsiz olmak büyük paye oldu ülkemizde. Bu nereye kadar gidecek, sonu nereye varacak bilmiyoruz. İşe yaramasa da, sonuç alınamasa da biz yazıp çizmeye devam ediyoruz. Bir gün bunların hesabını soracak birileri çıkar diyerek.
Sabrınıza güvenerek, son 8 yılda tam 6.5 milyar doların “iç edildiği” Başbakanlık Toplu Konut İdaresi’nde dönen dolapları, bilginize sunmak istiyorum. Ülke zaten yoksulmuş, üretim düşüyormuş, işsizlik, sefaletin boyutu her gün katlanarak artıyormuş… hırsızlık, fuhuş, borç batağına düşenler artmış… kimin umurunda? Din tacirlerinin mi? Allah’ı iş ortağı, peygamberi sekreterleri belleyen bu insanları okuyun da görün nasıl soyulduğumuzu…
TOKİ aracılığıyla soygun önceden kararlaştırılmış, tüm hesaplar en ince ayrıntısıyla yapılmıştır. Soygunun ilk adımı olarak TOKİ’nin başına Tayip Erdoğan’ın İstanbul Belediyesi’ndeki ekibi yerleştirilecektir. Ekibin tamamı İstanbul Belediyesi’ne bağlı “Konut İmar Plan Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi” (KİPTAŞ) yöneticilerinden oluşturulmuştur. Ekibin başı pozisyonundaki Erdoğan Bayraktar; inşaat sektörünün Unakıtan’ı olarak ün yapan ve Tayip’in İstanbul Belediye Başkanlığı yaptığı dönemdeki KİPTAŞ Genel Müdürüdür. Başbakanın yakın çalışma arkadaşları olmalarının yanısıra söz konusu çetenin en önemli ve belirleyici özelliği; İstanbul’un bütün rant alanlarını çok iyi bilmeleri, inşaat işlerinde kentsel rant üretimi, bunların kullanımı ve paylaşımı konularında uzmanlaşmış olmalarıdır.    
Bu ekibin işbaşına gelmesiyle birlikte, TOKİ ve Emlak GYO AŞ’ne ait çok değerli arsalar, 2003 yılından itibaren gerçekleştirilen usulsüz ihaleler sonucunda emsallerine göre bariz derecede düşük bedeller üzerinden kamu varlıkları arasından çıkarılacak, bu zenginlikler, haksız ve örtülü kazanç şeklinde büyük inşaat firmalarına ve onların gizli ortaklarına aktarılacaktır. Yani anlayacağınız, hazineye ait çok kıymetli kamu arazileri, değerinin çok altında gösterilerek, aradaki fark iç edilmiştir. Bu dönemde, gerek TOKİ’de gerekse TOKİ tarafından yönetilen Emlak GYO AŞ’nde ihale edilen inşaat işlerinin toplam büyüklüğü 19 katrilyon lirayı aşmaktadır. Bu tutarın 11 katrilyon liralık kısmı arsa temin edilmek suretiyle yüklenicilerle ortaklaşa üstlenilen hasılat paylaşım projelerine, 6  katrilyon liralık kısmı da “konut seferberliği” adı altında ülke çapında girişilen 250 bin konut yapımı için ödenecek kamu kaynaklarına ait bulunmaktadır. Ancak, TOKİ ihaleleriyle ilgili olarak, Yüksek Denetleme Kurulu Raporlarında saptanan konular, devletin teftiş ve denetim birimlerince soruşturulması gereken ciddi hukuk ihlalleri ve çok büyük ölçekte kamu zararlarına yol açan mevzuata aykırı işlemler içerdiğine işaret etmektedir. Normal koşullarda, bu tür hukuk ihlallerine kalkışmaya hiçbir kamu görevlisi cesaret edemeyeceği gibi, ekonomik değeri bu denli büyük ölçekteki inşaat işlerinin tek başına bir bürokrat tarafından yönetilmesi de mümkün değildir. AKP’nin iktidar olmasıyla birlikte, başlangıçta Bayındırlık Bakanlığına bağlanan TOKİ, kısa bir süre sonra doğrudan Başbakanlığa bağlanacaktır. Dolayısıyla, 2003 yılından beri Emlak GYO AŞ ve TOKİ’de inşaat ihaleleriyle ilgili olarak yapılan bütün uygulamalar bizzat Recep Tayip’in bilgisi dahilinde gerçekleştirilmektedir.
Yazımızın sıkıcı olduğunu biliyorum. Ama bu soygunu aktarmak zorundayız. Nasıl soyulduğumuzu, inançlı insanların oyunu almak için Müslümanlık kisvesi altında neler çevrildiğini, en azından tarihe kaydetmekle yükümlü değil miyiz?
Bilen bilir, 2001 yılında tasfiye edilen Emlakbank’ın bankacılık faaliyetleri dışındaki bütün mal varlıkları, iştiraklerindeki hisse payları ve ticari gayrimenkulleri TOKİ’ye devredilmiştir. Ayrıca, 2003 yılından itibaren 2985 sayılı Yasa’da yapılan değişikliklerle; imar planları hazırlanması, arsa üretimi ve “Kentsel Dönüşüm Projeleri”nin uygulanması konularında TOKİ’ye önemli görev ve yetkiler verilmiş, son olarak, Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü’nün bütün malvarlığı da bu İdare’ye devredilmiştir. Böylece, TOKİ ve Emlak GYO AŞ’nin mülkü haline gelen İstanbul Ataköy, Ataşehir, Bahçeşehir bölgelerindeki ticari arsalar ve konutlar ile Ankara Bilkent, İzmir Mavişehir ve ülkenin diğer kentlerindeki çok kıymetli gayrimenkuller anılan bu şebeke tarafından yönetilmeye başlanacaktır.
Ekibin yaptığı ilk iş; konut ihtiyacı ve talebinin yüksek olduğu ve kentsel rantların büyük rakamlara ulaştığı İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropollerde Emlakbank’tan TOKİ’ ye devredilen çok değerli arsa ve araziler üzerinde geliştirilecek inşaat projelerinin, 4734 Sayılı Kamu İhale Yasası’nın dışına çıkarmak olacaktır. Bunu sağlamak için Kamu İhale Kurulu’ndan uygun görüş alınacak ve “bütçeden ödenek harcanmasını gerektirmeyen gelir getirici işler” adı altında “Kaynak Geliştirme Projeleri” ya da daha yaygın kullanımıyla “Hasılat Paylaşım Projeleri”ne ağırlık verilmeye başlanacaktır. Soygunun 2. aşamasında, Kamu İhale Kurumu, söz konusu inşaat ve yapım işlerini de 4734 sayılı Yasa kapsamı dışına çıkaracak, TOKİ çetesinin soygun için önü tümden açılacaktır. Nitekim son 8 yıldır gerçekleştirilen hukuka aykırı ve usulsüz işlemler sonucunda kamu mülkiyetindeki çok değerli varlıklar elden bir bir çıkarılacaktır. Bütçe’deki sınırlı ödeneklerle karşılaştırılmayacak ölçüde değerli olan ve TOKİ ve Emlak GYO AŞ’ne ait hale getirilen arsalar, ihale aşamasında hazırlatılan yanlış, kasıtlı ve yanıltıcı ekspertiz raporlarına dayanılmak suretiyle ya da ihale öncesinde kasıtlı olarak arsa değerlemesi yapılmadan çok düşük bedeller üzerinden kamu varlıkları arasından çıkarılacak ve büyük inşaat firmaları ile onların gizli ortaklarına transfer edileverecektir. 
Yüzlerce somut örnek verebilirim ama size sıkmamak için bir kısmını vereyim şimdilik:
Çok değil, üç yıl önce; umarsızca, arsızca, göstere göstere yapılan yolsuzluğun kokusu her köşeden duyulmaya başlamıştı. Özellikle 5’i İstanbul Ataşehir, ikisi İzmir Mavişehir ve İstanbul Yukarı Dudullu Köyü'ndeki projelerde Emlak GYO'nun arsalarının gerçek değerinin altında gösterildiği, müteahhitler tarafından yüklenilen inşaat maliyetlerinin ise şişirildiği ayan beyan ortada idi. O kadar ki, Ataşehir Doğu Bölgesi 2 bin 230 konut projesinin arsası 31 Aralık 2002'de bir ekspertiz şirketi tarafından 109.1 milyon YTL (trilyon lira) olarak belirlenmişti. Aynı arsa 9 ay sonra, yani ihalenin yapıldığı 20 Eylül 2003'te, TOKİ’nin bulduğu(?) başka bir ekspertiz şirketi tarafından 57.9 milyon YTL olarak değerlendirilecek, ihale de bu fiyattan gerçekleşecekti. Türkiye’de, her nasılsa, ilk kez, ilerleyen süreçte arsanın değeri artacağına tersine düşmüştü. Yani, kamunun malı olan arsa aracılığıyla, dini bütün Müslüman müteahhide 51 milyon YTL. “kıyak” yapılmıştı. Aynı arsa için 27 Nisan 2004'te ilk değerlemeyi yapan ekspertiz şirketi tarafından biçilen değer ise 110.2 milyon YTL idi. Benzer bir durum İzmir Mavişehir Projesi'nde de yaşanacaktı. Aralık 2002'de 15 milyon YTL değer biçilen arsa, aynı ekspertiz şirketi tarafından 31 Aralık 2003'te 5.4 milyon YTL’ ye indirildi. Yani 3’te bir fiyatına düşmüştü bir yıl sonra arsa. 132 konut ve 12 işyeri projesinde de arsanın 31 Aralık 2002'deki değeri 3.52 milyon YTL, ihalenin yapıldığı 29 Eylül 2003'teki değeri 3,5 milyon YTL ve 31 Aralık 2003'teki değeri 8.3 milyon YTL gösterilecekti. Soygun bu kadar açıktı ve acımasızdı. TOKİ yöneticileri cahil ama cesurdu. Soygun için gözleri dönmüştü, arsızca ve hayâsızca işler çeviriyorlardı. Bu konuda belli ki uzmanlaşmış, hesaplarını en ince ayrıntısına kadar yapmışlardı.
Emlak GYO'nun arsalarının gerçek değerinin altında gösterilmesiyle şirketin daha baştan zarara uğratıldığı açıktı. Bölgedeki emsal arsalarda arsa sahibinin payı yüzde 65-70 hatta 80 dolayında olmasına karşın, Emlak GYO'nun payının yüzde 25-30 seviyesinde tutulması da soygunun bir başka parçasıydı. Arsa sahipleri bilir, hani müteahhitle arsa karşılığı ev için anlaşılır ya. Arsanızı verirsiniz, müteahhit de size iki ya da üç daire verir. Daha kıymetli ve büyük arsalarda ise yüzde ile anlaşılır. Müteahhit diyelim ki 100 daire yapacak o arsada. Yüzde 60 ile anlaştınız mı, 100 dairenin 60’ı sizin olur. TOKİ’nin söz konusu arsaları, İzmir ve İstanbul’un en değerli arsalarıdır, yani yüzde 80’liktir aslında. Ama TOKİ, her nedense(!) bulduğu dinci ve hırsız müteahhitlerle yüzde 25’e anlaşıverir. TOKİ’nin pervasızca gerçekleştirdiği arsızlık ve hırsızlıklar bununla da bitmez; söz konusu projelerde yüklenici firmalar tarafından üstlenilen toplam maliyetler hesaplanırken, inşaat işlerinde yüzde 25 oranındaki genel giderler ve müteahhitlik kârının 'mükerrer' olarak hesaplara dahil edildiği de ortaya çıkar. Kısacası devletin/kamunun malı, kendi seçtikleri, kendilerine yakın hırsız müteahhitlere peşkeş çekilmekte, devletten çalınarak müteahhide ikram edilen milyonlarca YTL. Daha sonra aralarında pay edilmektedir. Aslında Emlak GYO'nun 2003 yılı sonu itibarıyla bankalarda 372.2 milyon YTL (trilyon lira) nakdi bulunmaktadır. Bu yüzden söz konusu projeleri kat karşılığı müteahhide vermek yerine kendisinin de kolaylıkla gerçekleştirebileceği açıkken, niye müteahhitlere verildiği açık değil mi? Üstelik bu tür projelerde, ön ödemeli satışlar yoluyla oto finansman olanağı da bulunmaktadır. Nitekim söz konusu müteahhitler, bu yolla inşaat maliyetini daha işin başında çıkardılar.
Bunlar yapılırken, hiçbir devlet kurumu yok mudur ki, bunlara dur desin? Vardır! Nitekim Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nca 02.12.2004 tarihinde hazırlanan Özel İnceleme Raporu’nda; Emlak GYO A.Ş tarafından 2003 ve 2004 yıllarında hasılat paylaşım modeliyle ihale edilen projelerde gerçekleştirilen mevzuata aykırı, usulsüz işlem ve ihmal sonucunda, Şirketin kamusal varlıklarının, emsallerine göre bariz şekilde düşük fiyatlar uygulanmak suretiyle elden çıkarıldığı, bu şekilde Sermaye Piyasası Kanunu’nun 15. maddesi kapsamında şirketin mal varlığında ve kârında azalmaya yol açıldığı saptanacak ve Başbakanlık Teftiş Kurulu ile Sermaye Piyasası Kurulu’nun birlikte yürüteceği bir inceleme ve soruşturma talebinde bulunulacaktır.
Ancak, devletin teftiş ve denetim birimlerinin çalışmalarını olanaksız hale getiren mevcut koşullarda, söz konusu soruşturmaların, siyasi iktidarın baskı ve müdahalelerine maruz kalınmadan selametle sonuçlandırılması mümkün olmayacak ve Başbakanlık Teftiş Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu ve Bayındırlık Bakanlığı müfettişlerince gerçekleştirilen göstermelik bir soruşturma sonucunda, hukuka aykırı işlem ve uygulamalar ile ortaya çıkan kamu zararları örtbas edilmeye çalışılacaktır. Bunun üzerine, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nca 2005 yılında hazırlanan göstermelik rapor sonucunda; ulaşılan kanaat ve görüşlere iştirak edilmediği YDK tarafından Başbakanlığa bildirilecektir. Çünkü devlet devlet olalı, bu kadar açık soygun görülmemiş, böylesine soytarı bir teftiş raporu düzenlenmemiştir!
YDK Özel İnceleme Raporunda saptanan, hukuka aykırı ve kamu zararı doğuran işlemleri gizlemek ve sorumlularını kurtarmak amacıyla göstermelik olarak hazırlanan bu Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu halen gizli tutulmakta ve kamuoyunun bilgisinden saklanmaktadır. Niye acaba? Bu raporun kamuoyunun bilgisine sunulması bile soygunu gözler önüne serecektir. Tabii özellikle bu raporu hazırlayan müfettişlerden de denetim görevini ihmal, istismar ve çarpıtma nedeniyle hesap sormak gerekir. Unutmadan söyleyeyim, bu arada Yüksek Denetleme Kurulu’nda görev yapan ve TOKİ ile Emlak GYO AŞ’deki yolsuzlukları saptayan, yani çıkar tekerine çomak sokan denetim ekibi tümden dağıtılacak, bu yolsuzlukları gizlemek için görevlerini kötüye kullanmayı göze alan Başbakanlık ve Bayındırlık Bakanlığı müfettişleri ise ödüllendirilecektir.
Peki bunlar olurken, ana muhalefet partisi CHP ne yapmaktadır. Haberleri yok mudur bu soygundan? Vardır! Peki ne yapmışlardır? Söz konusu Teftiş Kurulu Raporu’nun TBMM KİT Komisyonunda tartışılmasını sağlamak, basını ve kamuoyunu aydınlatmak amacıyla CHP milletvekilleri (Deniz Baykal döneminde) TOKİ yolsuzlukları konusunda ayrıntılı olarak bilgilendirilmişlerdir. Ancak komisyonda çıtları bile çıkmamış, dut yemiş bülbül olmuşlardır? Niye mi? Çünkü TBMM KİT Komisyonunda görev yapan CHP milletvekillerinin bu suskunlukları karşılığında TOKİ tarafından konut sahibi yapılmak üzere ödüllendirilmişlerdir. Ankara Çay Yolunda bir kısım AKP ve CHP milletvekilleri ile üst düzey yargı mensupları, Başbakanlık bürokratları ve kimi sözde satılık gazeteciler için kamuoyundan gizlenerek yapılan bu ödül konutların, değeri 550- 600 bin lira alt sınırındadır. (Konuyla ilgili olarak Bilgi Edinme Kanunu çerçevesinde Mülkiyeliler Birliği’nce TOKİ’den bilgi edinilmeye çalışılmış, buradan ev alanların isimleri istenmiş, ancak, zorunlu olmasına karşın  yanıt bile verilmemiştir. TOKİ tarafından bilgi verilmemesi nedeniyle, bu uygulamadan yararlananların şimdiye kadar hangi tutarda ödeme yaptıkları bilinmemekle birlikte, ilgililerin 140-150 milyar lira arasında değişen tutarlarda ödeme yaptıkları, ayrıca bu ödemeler için Vakıfbank’tan çok uygun koşullarla konut kredisi kullandıkları bilinmektedir.)
Söz konusu konutlardan yararlandırılan milletvekili, yargı mensubu, gazeteci ve diğer ilgililere her bir konut için asgari 400 bin YTL tutarında avantaj sağlanmaktadır. Zaten birçok alanda özel ayrıcalıkları bulunan bu kesimlere konut edindirmede sağlanan kolaylık ve avantajlar, tabii ki sade vatandaşlara ve yoksullara tanınmamıştır. Bu çerçevede, AKP’nin yoksullar ile dar gelirlileri kira öder gibi ev sahibi yapma vaadinin nasıl bir yalan ve aldatmaca olduğu o kadar açık ki…Peki kim soracak bunun hesabını?. Sus payı olarak TOKİ’den ballı ev alan CHP mi? Dağıtılan teftiş kurulları mı? Hesabı sorması gereken ve yine ballı evlerden nasiplenen yargı mensupları mı? Rüşvetle rapor yazan müfettişler mi? Rüşvetle susturulan sözde gazeteciler mi? Kim? Böylesi bir çete Türkiye’ye hiç gelmedi. Bilinen çetelerin hiçbiri  bu dinci çetenin eline su dökemez!
Her neyse, özetlersek, TOKİ aracılığıyla, İstanbul Belediyesi’nde stajlarını tamamlamış TOKİ soygun çetesi aracılığıyla, 8 yılda en az 6,5 milyar dolar soyulduk. Bu örgütlü eşkıyanın cebine gitti bu paralar. Gitmeye de devam ediyor. İstanbul Belediye’sinin soygun çetesi, TOKİ’yi; bize ait değerleri, devletin hazinesini soydu ve soyuyor. Kendilerine karşı çıkanları ya rüşvetle susturuyor, susmazsa yaşadığına pişman ediyor. Ve bu Cumhuriyet tarihinin görmediği büyük ölçekli soygun sürerken, kamuya, hepimize ait devlet arazileri çatır çatır elden çıkarılıp paraya tahvil edilirken, TOKİ aracılığı ile cahil cühela insanlara “ne velet yapıyoruz ama…” propagandası yapmıyorlar mı?
Ve 8 yıldır bu organizasyonu, en ince ayrıntısına kadar kurgulayan, yöneten kişi şimdi TBMM’de. Hem böylece ödüllendirildi sahiplerince hem de olası bir yargılamadan kaçırıldı. Acaba o yasama döneminin de sonu gelmez mi? Bunların hesabı bir bir sorulmaz mı?
Hasan Uysal
Odatv.com

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Şike Mike Derken Neler Oluyor?Kim Kimi Şikiyor?

Muhterem Cemaat, aslında bu konuda tekrar yazmak istemiyordum fakat bazı gelişmeler o kadar abesle iştigal teşkil ediyor ki görmezden gelmek imkânsız oldu. Yazmak farz oldu. Evet, malumunuz "ŞİKE" konusundan bahsediyorum. Konu gündeme geldiği pazar gününden beri hakkında yapılmayan komplo teorisi kalmadı gibi. Yandaş medya olayı "Ergenekon ve Balyoz" soruşturmalarına bağlamayı tercih etti malumunuz uçan kuşu oraya bağlıyorlar zaten sürpriz değildi ve muhalif kesimler ise şike davasını tutup "cemaat operasyonları" konusuna bağladılar. Ki bu da çok tesadüf değil, muhalif kesim de yandaşlardan eksik kalmıyor alakası olan olmayan her konuyu cemaate bağlıyor. Fenerbahçe medyası ( ki bu medya hiç de azımsanmayacak bir çaptadır ) olayı toptan reddediyor ve henüz nereye bağlayacaklarını bilemiyor ama sadece reddediyor ve anlamsız bir şekilde bu sorunların mümessili olanların üzerine gitmiyor aksine onların arkasında durarak bir duruş sergilendiğini zannediyorlar.

Bütün buraya kadar olanlar klasik Türkiye gerçekleri olmuş. Ben size bir başka klasik gerçeği daha hatırlatmak isterim ki bu şike rüzgârının arkasından aslında çok şiddetli fırtınalar dönüyor ülkenin üzerinde fakat kimsenin ruhu duymuyor. Neden derseniz zaten bu şike rüzgârı diğer fırtınaları gizlemek gizlemek adına estiriliyor. Sonucunda ne gerçek suçlular cezalandırılacak, ne de Türk sporu kurtulacak, temizlenecek. Bütün tantana üç beş tane garibanın başına yıkılacak ve konu kapanacak. Düzen eski düzen devam edecek. Sadece başroller değişecek, oyuncu değişiklikleri olacak, isimler değişecek. Diyeceksiniz ki "işte cemaate yakın isimler gelecek o mevkilere!" Efendim cemaate yakın isimlerin bir yerlere gelmesi için böyle yaygaralar, tantanalar kopmasına gerek yok ki, onlar zaten usul usul, her yere ebola virüsü gibi yayılmamışlarımıydı. Zaten şuanda iddia edildiği gibi Fenerbahçe "kurtarılmış kulüp" müydü? Fenerbahçe’nin şuan ki yönetim ve kadrolarında zaten cemaatin izi, etkisi yok muydu da bu olayı cemaatin operasyonuna yoruyorsunuz? Cevap elbette evet.
Peki, rüzgârın arkasında gizledikleri fırtınanın ismi nedir? Tek bir isim yok, birden çok isim var. Bir taşla iki değil üç dört beş kuş vuruluyor artık günümüz siyaset arenasında.



1-Deniz Feneri davası tekrar görülmeye başlandı, ya da devam ediliyor. Dava sanıklarından Zahid Akman ve tayfası gözaltına alındı ve ŞAK dakka bir gol bir YAYIN YASAĞI KONDU!!!Millete istedikleri tiyatroyu izletiyorlar istemediklerini yasaklıyorlar.Mübarek RTÜK sanki efendiler. Millet şike izlesin sabah akşam, perde arkasında Keriz Feneri Aklama Operasyonu devam etsin.Tıpkı Madımak ,Hizbullah,İsmailAğa cemaati davalarındaki AKlamalar gibi, bunu da tek tek ince ince aklayacaklar!!!

2-BDP-Öcalan-AKP üçgeninde söz aponun tehditlerinden, akp-apo görüşmelerinden döndü dolaştı aponun "tamam artık yemin edebilirsiniz ben istediğimi aldım" noktasına geldi. Ve demokratik hareket(!) BDP yemin etme icazeti aldı. Bugün yatın yemin ederler artık. Peki, neydi bu icazetin çıkmasındaki sebep? AKP apoya ne önerdi de apo yemin izni verdi müritlerine?
Özetle akp apoya özerklik konusunda bir dünya taviz daha verdi ve olurunu aldı.
3-Peki akpnin" kuyruğuna basılmış it " gibi yana yakıla apoyla görüşüp icazet çıkarması ve yemin konusunda BDPyi ikna edip meclise getirmesindeki sebep ne idi?
Hani gelseler de gelmeseler de meclis yürürdü?
Hani onlar olsa da olmasa da akp yoluna devam ederdi?
Hani CHP’YE "tükürdüğünü yalayacaklar" tarzındaki sözüm ona "gider" yapmış ve aslında hiç umursamadığı mesajını vermişti RTE?
Peki, ne oldu da ekranlarda başka, masa başında bambaşka bir tablo çizdi yemin konusunda?
İşin aslı şudur muhterem cemaat, AKP aslında CHP ve BDP nin yemin etmemesinden çok ağır rahatsızlık ve endişe duyuyor. Çünkü akpnin seçim sonrası planında bu hiç yoktu. CHP’nin yemin etmemesini hiç ama hiç hesap etmemişlerdi. O yüzden ilk başta umursamaz tavır takındılar, sonra şantaja varan açıklamalarla CHP üzerinde "baskı" oluşturmaya çalıştılar. CHP'yi her yönden sıkıştırdılar. RTE nin" tükürdüklerini yalayacaklar " lafı aslında CHP yemin etmesin değil etsin diye söylenmiş bir sözdü, bir psikolojik baskıydı. Çünkü AKP ARA SEÇİM İSTEMİYOR. Ara seçim AKP’nin bütün planlarını bozacak ve suya düşürecek. Öyle ki şuan akp olası bir araseçimde CHP’nin karlı çıkacağını bildiği için "CHP araseçime girerse ancak 50 milletvekili çıkaracak oy alabilir" gibi bir saçmalığı dahi öne sürecek kadar korkuyor.! RTE günden güne renkten renge giriyor. Bir gün hiddetli, diğer gün ılımlı, hangi tondan konuşacağına karar veremiyor çünkü CHP'nin yemin etmemesi RTE'nin bütün kimyasını BOZDU! CHP yemin etmeme kararını sonuna kadar sürdürüp akpnin bu bitap halinden faydalanmalıdır ama bu noktada da Akpnin CHP’nin iç siyasetine BAYKAL ve SAV yoluyla çomak sokması devreye giriyor ve Kılıçdaroğlu’nu bir türlü rahat bırakmıyorlar. Şu ana kadar Kılıçdaroğlu iyi direndi ve yemin eylemini iyi sürdürdü. Fakat bundan sonra daha ne kadar dayanır ve akp'nin bu zayıflığını görüp ne kadar lehine çevirebilir orasını zaman gösterecek.
Bütün bu gelişmelerin haricinde bugün bir anti parantez olarak Libya seferinden dönen başvezir Davudoğlu ağzındaki diğer baklayı da çıkardı ve dedi ki " KIBRISI BİRLEŞTİRELİM BİRLEŞİK KIBRIS OLARAK ABNİN KUCAĞINA OTURTALIM"
Buyurun burdan yakın muhterem cemaat...
Algılarınız açık olsun offludan ayrılmayın..

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Bunları hiç duydunuz mu ? İşte Şike Depreminin gölgesinde bırakılan önemli gündem maddeleri



Bunları hiç duydunuz mu ? İşte Şike Depreminin gölgesinde bırakılan önemli gündem maddeleri :

---Birkaç ay önce Libya lideri KADDAFİ'den "İnsan Hakları Ödülü" Alan padişahımız tayyip hazretleri, geçenlerde sessiz sedasız baş veziri Davudoğlunu libyaya göndererek Kaddafi'yi tanımadığını, onun yerine "neidüğü belirsiz bir grup atanmışları" RESMEN TANIDIĞINI ve bununla da kalmayıp daha önceden yaptığı 100 milyon doların üstüne birde 200 milyon dolar daha maddi yardım yapmayı taahhüt ettiğini bildirdi. Hemde şakşaklar altında. Tükürdüğünü yalayan, yaladığına tüküren kimmiş muhterem cemaat ? X bir millet gelse doğuda isyan başlatan kürtleri resmen tanıdığını ilan etse ve onlara maddi manevi her türlü desteği sunsa bunun adına ne denir muhterem cemaatı müslümin, bunu bir düşünmeniz gerekiyor!

---Yeni bakanlar kurulu açıklandı.Geçmişte hiç hoş olmayan olaylara karışmış bazı isimlerin ( örnek vermek gerekirse Arena Stadı açılışındaki olayların ardından bütün bir Galatasaray camiasına küfüre varan hakaretler yağdırma cüretini gösteren Suat Kılıç,olayların başlamasına sebep olan ve yine hakaret eden Erdoğan Bayraktar, kömür madeninde ihmaller sonucu ölen insanlar hakkında "güzel öldüler" gibi son derece gayri ciddi ve manidar kelimeler kullanmış ve hakkında intihal yapmaktan YÖK üyeliğinden atılan bir Ömer Dinçer gibi ) BAKAN olarak atanması gerçekten SKANDALdır.
---Bir diğer gündem maddesi ise asıl başladığı yer olan Almanya ayağındaki dava yıllar önce biten fakat Türkiye ayağı her ne hikmetse bir türlü ilerletilmeyen Deniz Feneri eV davasının (yargının tamamen ele geçirilmesinden sonra) görülmesine devam edilmesi ve Zahid Akman dahil kanal 7 yöneticilerinin gözaltına alınması.
---Balyoz Davası adı altında TSKya yapılan tasfiye hareketinin YAŞ ile çakışması sonrasında geçen sene yapılan terfi DONDURMA operasyonunun bu sefer kökünden EMEKLİ ETME şeklinde bağlanması ve olayın üzerinin kapatılması (e ne de olsa yargı ele geçti bir kere tutabilene aşkolsun)
----Son dönemde tekrar başlayan terörist saldırıların arkasından Hakkari'de 2 askerimizin daha sivil halde sokak ortasında başlarına kurşun sıkılarak öldürülmesi (medyada hiç duydunuz yada gördünüz mü?)
---Belki tarihi öneme sahip belki en önemli gündem maddelerinden birisi ise meclisi boykot eden BDPnin gidip Diyarbakır'da yerel meclis-özerk meclis olarak tanımlanabilecek bir yapıyı harekete geçirmesidir. Özerklik-Bölünme yolunda bir başka hayati adımı daha başarıyla ve kimseye çaktırmadan atmışlardır. (duydunuz mu?)
---ÖSYMnin yeni bir skandalı daha KPDS sınavında ortaya çıktı. Yine şifre,yine kişiye özel kitapçık skandalı yani yine binlerce yüzbinlerce gencin hakkı çalındı,yine kendi adamlarını istedikleri üniversitelere yerleştirme operasyonu tereyağından kıl çeker gibi tamamlandı.Devamını KPSSde kesinlikle bekliyoruz .. Haydi şimdi başınızı hangi taşa vurursanız vurun... Bunun yanında ÖSYMnin başka bir SKANDAL kararı ise artık sınavlarda TÜRBANLI fotoğrafın serbest bırakılması oldu.(peki bunu hiç medyada duydunuz mu?)
---Erdoğanın yeğeninin 50 kilogram esrarla yakalandıktan sonra "ben içiciyim" diyerek serbest bırakılmasından hiç bahsetmiyorum zaten bunların arasında sonlarda kalır önem açısından (bunu medyada duydunuz mu?)

2 Temmuz 2011 Cumartesi

İşte MADIMAK KATİLLERİNİN AVUKATLARI

Sivas Madımak Katliamı




Madımak Katliamından sonra yüzlerce sanık beraat ettirildi. Onları savunan İşte O avukatlar ve bugün yaptıkları işler…


Av. Şevket Kazan, eski RP milletvekili ve eski Adalet Bakanı; 

Av. Celal Mümtaz Akıncı, Afyon Barosu Başkanı ve AKP oylarıyla Anayasa Mahkemesi üyesi; 

Av. Hayati Yazıcı, AKP’nin devlet bakanı; 

Av. Haydar Kemal Kurt, AKP Isparta Milletvekili; 

Av. Zeyid Aslan, AKP Tokat Milletvekili, Başbakan Erdoğan’ın eski avukatı; 

Av. Hüsnü Tuna, AKP Konya Milletvekili; 

Av. Burhanettin Çoban, Afyonkarahisar AKP’li Belediye Başkanı; 

Av. Faik Işık, Başbakan Erdoğan’ın ve Süleyman Mercümek’in avukatı; 

Av. İbrahim Hakkı Aşkar, 22. Dönem AKP Afyon Milletvekili; 

Av. M. Ali Bulut, AKP Maraş Milletvekili ve Anayasa Komisyonu üyesi; 

Av. Bülent Tüfekçi, AKP Malatya İl Başkanı; 

Av. Halil Ürün, RP kayıp trilyon davası sanığı, AKP Afyon Belediye Başkan adayı; 

Av. Mevlüt Uysal, AKP İstanbul Başakşehir Belediye Başkanı; 

Av. Nevzat Er, Eski AKP Eminönü Belediye Başkanı; 

Av. Suat Altınsoy, AKP Konya İl Bşk. Yardımcısı; 

Av. Tayfun Karali, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Darülaceze Müdürü; 

Av. Ferruh Aslan, İst. Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Müdürü; 

Av. İbrahim Kök, AKP Elazığ milletvekili aday adayı; 

Av. Ali Aşlık, eski AKP İzmir İl Başkanı; 

Av. Bedrettin İskender, AKP Ümraniye Belediye Başkan adayı; 

Av. Ekrem Bedir, Sakarya AKP Hendek Belediye Meclis Üyesi; 

Av. Eyüb Karagülle, eski Saadet Partisi İlçe Başkanı; 

Av. Faruk Gökkuş, AKP, Kâğıthane Belediye Başkanlığı aday adayı;

Av. Hasan Hüseyin Pulan, AKP İstanbul İl Disiplin Kurulu üyesi; 

Av. Hurşit Bıyık, AKP Trabzon İl Başkan Yardımcısı; 

Av. Reşat Yazak, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu üyesi.