29 Nisan 2013 Pazartesi

Menderes neden idam edildi?





Menderes neden idam edildi?
Adnan Menderes İmralı Adası'nda 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden sağlam raporu alındıktan sonra öğlen 13:21'de idam edildi.

Adnan Menderes neyle suçlanmıştı?
1- Örtülü ödenek paralarını zimmetine geçirmek,
2- 6-7 Eylül Olayları'na önceden haberi olduğu halde müdahale etmemek,
3- Kanuna aykırı olarak üniversite basmak ve halka ateş açtırtmak,
4- Bazı muhalefet milletvekillerinin ve muhalefet liderinin seyahat özgürlüğünü kısıtlamak,
5- Devlet radyosunu siyasi çıkarları için kullanmak,
6- Halkı Demokrat İzmir gazetesinin matbaasını tahrip etmeye teşvik etmek
7- Kırşehir'i haksız olarak ilçe yapmak,
8- Yargı bağımsızlığının ihlal etmek,
9- Tahkikat Komisyonu'nun kurulup olağanüstü yetkilerle donatmak,
10- CHP'nin mallarına "haksız" yere el koydurmak, gibi nedenlerle.

Bu suçlar size de biryerlerden tanıdık gelmedi mi?
Peki bunlar idam cezası için yeterli mi?

Bence hiçbir suçun cezası idam olamaz, idama tamamen karşıyım. Fakat Menderes de idama karşı mıydı?
Elbette değil, 1951-1960 yılları arasında Menderes 43 kişinin idam kararına imza attı ve hepsi idam edildi. İdamların en dramatik olanı ise, 14 Nisan 1955'te casusluk suçundan idam edilen Hayati Karaşahin'di. İnfazı, Ankara Samanpazarı'nda halka açık olarak yapıldı.

Suçu neydi?
Rusya için casusluk yapmak.

Menderes'in başka suçları yok muydu?
Aslında Menderes'in suçları mahkemelerde gündeme gelmeyenlerdi.
ABD'nin tepkisinden çekinen Gürsel hükümeti aşağıdakileri hiç gündeme getirmedi.
1- 1951 yılında Menderes hükümeti Kore Savaşı'na Amerika için asker gönderdi.
Amerikan çıkarları için bine yakın vatan evladı Kore'de yaşamını yitirdi, binlercesi yaralandı.
2- 1952'de NATO'nun isteği üzerine komünizme karşı gayri-nizamı harp yapacak Seferberlik Tetkik Kurulu, daha sonraki adıyla Özel Harp Dairesi kurdu.
3- 1954 yılında Yabancılara petrol arama ve çıkarma izni verildi.
4- Tek parti döneminde kurulan bazı traktör ve basma fabrikaları Menderes döneminde özelleştirildi veya ekonomik olmadıkları için kapatıldı. Nuri Demirağ tarafından kurulduktan sonra İsmet İnönü tarafından devletleştirme kapsamına alınan uçak ve uçak motoru fabrikaları, Eskişehir tank fabrikası ve Kırıkkale silah fabrikası Menderes döneminde NATO standartlarına uymadıkları gerekçisiyle kapattı.
5- Cezayir kurtuluş savaşı sırasında Fransa'yı destekledi.
6- 1954-1958 yılları arasında 238 gazeteci iktidara karşı yazılar yazmak suçundan mahkûm ettirdi.
7- "Tahkikat Komisyonu"nu kurdu. 15 DP milletvekilinden oluşan komisyon hem suçlama hem de yargılama hakkına sahipti. Komisyon 5 kişiden fazla yan yana yürümeyi bile yasakladı.
8- İsmet İnönü'ye 12 oturum meclisten men cezası verildi.
9- Turan Emeksiz hükümete karşı İstanbul Üniversitesi'nde düzenlenen bir protesto mitinginde polisin açtığı ateş sonucu öldü. Hüseyin Onur ise sol bacağı kesilerek kurtarıldı.
10- Hukuk'un üstünlüğünü savunan Yargıtay Başkanı Bedri Köker, Yargıtay Başsavcısı Rifat Alabay, Yargıtay 2. Başkanlarından Haydar Yücekök, Yargıtay Üyeleri Melahat Ruacan, Kamil Çoşkunoğlu, Faik Uras ve İlhan Dizdaroğlu “görülen lüzum”üzerine emekliye sevkedildi.

ALINTIDIR

24 Nisan 2013 Çarşamba

'İnsanda utanma olur!'

Hıncal Uluç, Aykut Kocaman'ı çok sert bir dille eleştirdi.

Usta kalem Hıncal Uluç haftanın spor olaylarını değerlendirirken Aykut Kocaman ile ilgili çok çarpıcı açıklamalar yaptı. İşte Uluç'un Sabah Gazetesi'ndeki o ifadeleri:

"Çok ayıp etti ve suç işledi bana sorarsan... Ayıp ve suç! 'Kendisini savunacağım' diye koskoca bir Kadıköy semtini tehlikeye attı. Geçen sene Saracoğlu Stadı'nda olanları herkes biliyor, herkes seyretti ve de Bağdat Caddesi'nde olanları... Kızıltoprak'taki benzinci havaya uçuyordu ramak kaldı, oradaki otomobili yaktılar. Böyle bir fanatik holigan kitlesini tahrik etmenin alemi yok. "Ben biliyorum da söylemiyorum" dünyanın en çirkin lafı... Ahlak açısından daha çirkin bir laf yok. Bir şeyi biliyorsan erkekçe söylersin ya da susarsın. 'Biliyorum ama söylemiyorum' ya bir şantajdır ya bir tahriktir. Bunların ikisi de Türk Ceza Kanunu'na göre suçtur. Sporda Şiddet Yasası'nı söylemiyorum bile... Kitleleri tahrik ve kitlelere şantaj suçtur. Kadıköy'de savcı varsa bu konuşmanın bandını istetir ve gerekli açıklamayı yapar. Türkiye'nin şu kritik günlerinde böyle bir Fenerbahçe-Galatasaray maçının zeminini hazırlamak suç... Aykut lafının nereden neredeye gittiğini bilmiyor.

Tamamen kendi kendisini savunmak için ortaya atılmış bir laf bu. Ama nereye gittiğini düşünmüyor bile... Kimleri tahrik edebileceğini düşünmüyor. Yani şu PFDK'nın verdiği kararlara bak son zamanlarda... Şu Tahkim'in verdiği karalara bak. LİG TV'nin yayınlarına bak!

ADI ŞİKEYLE ANILMADI!

Fatih Terim'in önünde bir hakem 45 dakikanın 40 dakikasında dururken, bir kamera Fatih Terim'e özel çevrilmiş dururken, kaç kere gördünüz Aykut'u, maç boyunca kaç kere gördünüz Aykut'u televizyonda? Bir kere dördüncü hakemle kapıştı onu da 3 saniyede geçtiler! Orada ne oldu ne bittiğini fark edemedik. Bütün medya gücü Fenerbahçe'nin elinde, bütün federasyon kurulları, Tahkim Kurulları, PFDK'sı ve hakemleri Fenerbahçe'nin elinde buna rağmen, "Galatasaray'ı dışarıda yenmek zor" diyor. İnsanda bir utanma olur! 3 Temmuz'dan bu yana ülkede kopan şikelerin içinde adı anılmayan bir tane kulüp var; Galatasaray. Aykut'un itham ettiği kulüp o kulüp. Varsa bildiği gitsin savcılığa itham etsin. Fenerbahçe için verilmiş mahkumiyet kararı var Türkiye'de, Yargıtay'da bekliyor, Fenerbahçe için verilmiş mahkumiyet kararı var UEFA'da, Şampiyonlar Ligi'nden ihraç edildi. Fenerbahçe için yüzlerce sayfalık dosya UEFA'da hala okunuyor. Sen bütün bu ortamın içinde olacaksın ve ortamın dışında hiç bu işlere karışmadığı her şeyle sabit bir kulübü itham edeceksin! Niye? Saracoğlu'ndaki maçtan sonra ortalık yansın, yıkılsın. Bu çok ayıp, bu korkunç bir şey..."

20 Nisan 2013 Cumartesi

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA







CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, Başbakan Erdoğan’ın yazılı olarak yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi verdi. Soru önergesi tam 40 ayrı maddeden oluştu.


Konu ise; Aleviler’in AKP hükümeti süresince yaşadıkları.


Uzun ama, önemli bir arşiv niteliğinde olan bu soru önergesini sabırla okumanız dileğiyle tam metin yayınlıyoruz:





“TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA


Aşağıdaki sorularımın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.


Hüseyin Aygün


CHP Tunceli Milletvekili


Türkiye’de yürütme organının devlet ile iç içe geçmiş hali, nevi şahsına münhasır bir sistem oluşturarak kendisinin dışında kalan yaşam tarzlarına yönelik “çerçeveler” oluşturmakta ve “çerçevenin” içinde kimin olduğuna veya kimin “çerçevenin” dışında kalacağına karar verebilmektedir. “Nevi şahsına münhasır” olan bu sistem Türkiye’de “zorunlu din derslerinin içeriğini değiştireceğiz” diyerek üç zorunlu seçmeli din dersi daha koymayı başarmış bir yapıdır. Durum öyle bir hal aldı ki insanların Allah’a yönelişin, yakarışın ibadet olmadığına dair karar vermekte ve bununla da yetinmeyip, Allah’a yöneliş biçimini dahi tarif etme yetkisini kendisinde görür olmuştur. Fazıl Say’a verilen 10 ay hapis cezası da, tüm bu yaşanılanların “ileri demokrasi” uygulamalarının yalnızca bir sonucudur.


Ünlü piyanist Fazıl Say’ın twitter hesabında paylaştığı Ömer Hayyam’dan bir dörtlük ve "Bilmem fark ettiniz mi, nerede yavşak, magazinci, hırsız var hepsi allahçı kesiliyor" tweetini retweet ettiği için hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. Davayı gören İstanbul 19. Sulh Ceza Mahkemesi, 15.04.2013 tarihli kararında “dini değerleri aşağılama" gerekçesi ile Say’ı 10 ay hapis cezasına çarptırmıştır. Ancak ilgili tweet ve kendisine yapılan ağır eleştiri tweetleri incelendiğinde, düşüncelerine küfür ve hakaretle cevap verenleri retweet ettiği ve o geceki tartışmaya cevaben verilen ve cezaya konu olan tweet'i retweet ettiği anlaşılacaktır.


Bu çerçevede,


1. İçinde bulunduğumuz Nisan ayının ortasında Mersin Gazipaşa Ortaokulu'nda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi öğretmeninin “Alevilerin elinden yemek yenmez” dediği öğrenci ve veliler tarafından iddia edilmektedir. Bir kamu görevlisi tarafından ülkedeki belli bir inanç grubuna yönelik böyle bir ifadeyi kullanıyor olmasını Başbakan olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?


2. İçinde bulunduğumuz Nisan ayının başında, Bursa Gemlik Endüstri Meslek Lisesi’nde Felsefe ve Sosyoloji dersleri veren bir öğretmenin ders anlatırken “Alevilik sapık bir mezhep. Mum söndü yapıyorlar. Hz. Ömer’i tanımıyorlar” dediği iddia edilerek hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. Söz konusu olayda iddia edildiği üzere failinin bir öğretmen olması dikkate alındığında belli bir inanç grubunun dini değerleri aşağılanmış olmuyor mu?


3. İçinde bulunduğumuz Nisan ayı içinde, Adana’da özellikle “Alevi vatandaşların ev ve işyerlerine cihat çağrısı yapan ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a destek verenlerin başının gövdesinden ayrılacağı” yönünde tehditler içeren Türkçe ve Arapça yazılı bildiriler dağıtıldığı iddia edilmiştir. Söz konusu iddialar ile ilgili açıklama yapan Adana Valisi Avni Çoş, “bildirileri dağıtanların birkaç kişi olduğunu, amacın vatandaşlar arasında huzuru bozmak olduğunu” söyledi. “Bir kaç kişi” hakkında herhangi bir işlem yapıldı mı? “Birkaç kişi” olarak ifade edilen kişiler ne zamandan beri Türkiye sınırları içinde ikamet etmektedirler? Bu kişiler tespit edilebilmiş midir? Tespit edildiler ise haklarında işlem yapılmış mıdır?


4. AKP Ankara Milletvekili Yalçın AKDOĞAN’ın, 12.04.2013 tarihinde Star gazetesinde yayınlanan köşe yazısında, bir inanç grubunun hedef gösterilmesi ve “bir kısım ülke ve odaklar” ile birlikte anılmaya çalışılmasını nasıl görüyorsunuz?


5. Şubat 2013 tarihinde AKP İç Anadolu Bölge Milletvekilleri ile gerçekleştirmiş olduğunuz toplantıda Alevilik ve Aleviler ile ilgili olarak: “Din değil. İslam içinde bir kurum olarak görünüyor. Net bir tanımı yok. Biz geçmişte Ali’yi çok sevenler olarak görürdük ama bunların Hazreti Ali ile alakaları yok yaşam tarzı olarak. Bizim yaşam tarzımıza uygun olan Türk Alevileri. Öbürleri ise tamamen farklı yerde. Cemevleri ibadethane değil. İslam’da tek ibadethane vardır, cami. Cemevleri kültür evleridir. Alevilerin sorunları Kürtlerden fazladır söylemi de doğru değil. Onların sesleri fazla çıkıyor” şeklinde kullandığınız ifadeler basına ve kamuoyuna yansıdı. Bu ifadelerden belli bir inanç grubunu: “aşağılama”, “değerlerine hakaret etme”, “yok sayma”, “rol biçme”, “ibadet yeri ve biçimini tarif etme”, “parçalı bir yapı olarak göstermeye çalışma”, “tehdit etme”, “etnik gruplara ayırmaya çalışma” vb. kategoriler içinde değerlendirmelerin Başbakanlık makamının görev ve sorumlulukları arasında yer aldığını düşünüyor musunuz?


6. Mart 2012’de, Mahkeme’nin Sivas Katliamı davasında "zamanaşımı" kararı vermesi sonrasında yapmış olduğunuz açıklamada “'Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun” dediniz. Verilen bu kararın “hayırlı” olduğunu düşünüyor musunuz?


7. Mart 2012’de Almanya seyahatinizi protesto eden gruplara yönelik olarak “Almanya’da PKK ve Ermeni örgütleriyle birlikte, yalnız bunun da altını çiziyorum, isminin başında Alevi sıfatı olan bazı dernek ve federasyonlar işte o gösteriyi birlikte organize ettiler” dediniz. “İsminin başında Alevi sıfatı olan bazı dernek ve federasyonlar” hangi kuruluşlardır?


8. Mayıs 2012’de, Malatya’da Mustafa Kemal Atatürk İlköğretim Okulu’nda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Hasan Hüseyin Çeloğlu’nun Alevilikle ilgili verdiği ödevi, bir ilköğretim öğrencisi Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Malatya Şubesi’nden kaynak alarak hazırladı. Öğrencinin hazırladığı ödeve sert tepki gösteren öğretmen, “İnternet sitesinden böyle sapık sapık şeyleri indirip getiriyorsunuz” şeklinde ifadeler kullandığı iddia edildi. Bu ifadelerden ötürü öğretmene herhangi bir yaptırım uygulanmış mıdır?


9. Mayıs 2012’de partinizin Adana İl Kongresi’nde yapmış olduğunuz konuşmada “Ben dört tane kırmızı çizgimizin olduğunu söyledim. Neydi o dört temel çizgi? Tek millet, tek bayrak, tek din ve tek devlet.” Tek din olarak ifade ettiğiniz hangi dindir?


10. Malatya ili Doğanşehir İlçesi’ne bağlı Sürgü Beldesi’nde 26 Temmuz 2012 Cuma günü gece saat 01.30 sıralarında Ramazan dolayısıyla Evli ailesinin linç edilmeye kalkışılması; daha sonra Evli ailesine yönelik tehdit, baskı, tecrit, tahammülsüzlük ve toplumsal baskı devam etmiştir. Devamında duruşmada faillerin ifadeleri “sehven silindi.” Sonrasında Failler hakkında herhangi bir işlem yapıldı mı? Yoksa yine suçlu olarak mağdur olan Evli ailesi mi “işaret” edildi?


11. Ağustos 2012 tarihinde katılmış olduğunuz bir TV programında Karacaahmet Mezarlığı yanındaki Cemevi ile ilgili olarak “O cemevi bir ucube olarak yapıldı orada. Hala kaçaktır. Ruhsatı yoktur. Karacaahmet Türbesi’nin yanında ucube olarak durur” dediniz. Bu ifadelerinizde bir inanç grubunun ibadet mekânını açık bir şekilde “aşağıladığınızı, hakaret” ettiğinizi düşünüyor musunuz? Bu nedenle aleyhinize dava açılmış mıdır?


12. Eylül 2012’de Manisa İli Merkezinde sarıklı ve cüppeli 5 kişi Alevilerin yoğunluklu olarak yaşadığı mahallelerde kapıları çalıp Alevileri camiye davet ettikleri basına ve kamuoyuna yansıdı. Bu davet kimin adına ve hangi yetki ile yapıldı? Daveti yapan beş kişi hakkında herhangi bir işlem yapıldı mı? Türkiye’de son 10 yılda buna benzer kaç olay olmuştur?


13. Eylül 2012’de, Ankara Altındağ ilçesinde bulunan Battalgazi İlköğretim Okulu’nun İmam Hatibe dönüştürülmesine karşı çıkan velilerin yapmış oldukları basın açıklaması sonrasında Yılmaz ailesinin ev ve işyerine pompalı tüfekle ateş açılmıştır. Ateş açan şahıslar tespit edilmiş midir? Yaşanılan bu olayı kendi çocuklarının temel hak ve özgürlüklerini korumaya çalışan aileye yönelik tehdit olduğunu düşünüyor musunuz?


14. Ekim 2012’de, Adana Yüreğir’de bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni derste “Aleviler abdestsizdir, yemekleri yenilmez” şeklinde ifadeler kullanması üzerine, Alevi derneklerinin tepkisi sonrasında İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü “Gereğini yapacağız” demiştir. “Gereği yapıldı” mı? Hangi işlem yapılmıştır?


15. Kasım 2012’de Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Erzincan Şubesi’nin Matem Orucu nedeniyle kitap satışı gerçekleştirmek üzere açtığı çadıra saldırı yapılmıştır. Erzincan Dörtyol’da açılan çadıra yapılan saldırıda derneğin pankart ve flamaları yakılmıştır. Yaşanılan bu olayda bir toplumun kutsal değerlerine açık bir şekilde saldırı yok mudur? Saldıranlar hakkında bir işlem yapılmış mıdır?


16. 2012 Aralık ayında Alevi Bektaşi Federasyonu’nun, 19-24 Aralık 1978 tarihlerinde resmi rakamlara göre 110 insanın katledildiği Maraş katliamıyla ilgili düzenlemek istediği anmaya Maraş Valiliği izin vermedi. Polis, anmaya gelenlere gazlı ve tazyikli su ile saldırdı ve 3 kişi yaralandı. Yaşan bu olayda bir inanç grubuna yönelik olarak saldırı yok mudur? Polis ve güvenlik kuvvetleri hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır?


17. Aralık 2012’de, basına ve kamuoyuna yansıyan bilgilere göre nüfus cüzdanındaki din hanesine ‘Alevi’ yazılması istemiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) açtığı davayı 3 yıl önce kazanan 51 yaşındaki Sinan Işık’ın kimliği aradan geçen süreye rağmen değiştirilmemiştir. Bu durum bir inanç grubunun adının dahi resmi makamlarda geçmesinin uygun görülmediği anlamına gelmiyor mu? Neden kimlikteki değişiklik halen gerçekleşmemiştir?


18. 2012 yılı içerinde Türkiye’nin çeşitli illerinde Alevi evlerinin işaretlenmesi ile ilgili olarak dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin yaptığı açıklamada Alevi evlerinin işaretlenmesini çocukların yaptığını iddia ederek “‘Counter Strike’ isimli bilgisayar oyunundan etkilenerek yapmışlar” demiştir. Devlet ve ilgili kurumlarının öncelikli görev ve sorumluluğu meydana gelen bu olayların aydınlatılması ve kamuoyunu ikna edecek bir politika izlemesidir. Bunun yerine “suçlu” olarak çocukların işaret edilmesi onları yetişkinler gibi davranmaya zorlamak olmuyor mu?


19. Sivas’ta 2 Temmuz 1993 günü meydana gelen olaylarda 35 kişinin yakılarak öldürüldüğü Madımak Oteli yenilenerek Bilim ve Kültür Merkezi olarak düzenlenmiştir. Kültür Merkezinin girişinde katliamda hayatını kaybedenler ile katliamı yapanlar arasından iki ismin de yer almasını ne kadar adil buluyorsunuz?


20. 2011 ve 2012’de Sivas Valiliği, Madımak Oteli’nde yakılarak katledilen insanları anmak üzere miting yapılmasına izin vermemiştir. Katliamın 18. ve 19. yıldönümünde valilik, eski otel binası önünde anma programı yapılmasına yasak getirmiştir. Katliam sonucu hayatlarını kaybeden insanları anmaya “yasak” getirmenin meşru kaynağı ya da dayanağı nedir? Neden Aleviler için büyük önem taşıyan anmalar genelde yasaklanmaktadır?


21. 10. sınıf Türk Edebiyatı ders kitabında Kaygusuz Abdal’ın “Nefes” şiirindeki Alevi inancına ait kavramların yer aldığı dizelerin de sansürlendiği ortaya çıkmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı yazarlar komisyonu tarafından 10. sınıflar için hazırlanan Türk Edebiyatı ders kitabında, “Matem ayı”, “Zülfikar”, “Ali”, “Hû” kavramlarının yer aldığı dörtlükler makaslanmıştır. Bu sansür ve makaslanmaya yönelik olarak herhangi bir işlem yapılmış mıdır? Kaygusuz Abdal’ın nefesleri neden Milli Eğitim yazarlar komisyonunu kaygılandırmış olabilir?


22. 21. Yüzyıl’da liselerde okutulan Türk Edebiyatı ders kitaplarından Koca Yunus’un "Cennet cennet dedikleri, birkaç köşkle birkaç huri, isteyene ver onları, bana seni gerek seni" dörtlüğünün çıkartılıp sansür uygulanması ile 16. yüzyılda aynı dörtlük ile ilgili fetva çıkarılması arasında bir bağıntı olduğunu düşünüyor musunuz? Koca Yunus’u sansürleyen komisyon hakkında adli ya da idari yönde herhangi bir soruşturma başlatılmış mıdır?


23. Referandum mitingleri sırasında 17 Ağustos 2010 tarihinde Çorum’daki konuşmanızda: “Çorum’un yetiştirdiği Şeyhülislam Ebussuud Efendiyle gurur duyuyoruz” dediğiniz ve diğer yandan Koca Yunus’un “Yaradılanı severiz yaratandan ötürü” ifadesini sıkça kullanmaktasınız. Hem Koca Yunus’u sevmek hem de Koca Yunus hakkında fetva çıkaran bir zat ile “gurur duymak” arasında bir tezatlık yok mudur?


24. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın desteğiyle hazırlanan İslam Ansiklopedisi’nin 10. cildinde, Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim döneminde Şeyhülislamlık yapan Ebusuud’un, “Kızılbaşların katlinin helal olduğu, Kızılbaş katledenin gazi olacağı, Kızılbaşlarca öldürülenlerin şehit sayılacağı, Kızılbaşların mallarının ve ırzlarının helal olduğu” biçiminde fetvalar veren bir şahsa yönelik olarak övgülerin yer almasını doğru buluyor musunuz? Diyanet neden böyle bir duruma onay vermiş olabilir?


25. Kenan Evren’in resmi arşivinde tutulan mektupta, 12 Eylül döneminin Emniyet Genel Müdürü Refet Küçüktiryaki’nin, “Yavuz Sultan Selim’den sonra en büyük Alevi Kızılbaş düşmanıyım”, “Malatya il merkezindeki 40 bin Alevi’ye kan kusturdum”, “Türkiye’de ilk defa resmi olarak Alevi soykırımını devlet adına başlatan benim” ifadeleri yer almaktadır. Söz konusu ifadeler bir kamu görevlisi tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu sözlerde açık bir şekilde belli bir inanç grubuna yönelik olarak kin ve nefret duyguları beslenilmiyor mu? Bu konuda neden ‘yargıyı’ göreve davet etmediniz?


26. Nisan 2011’de İstanbul’da Beykoz’da yapmış olduğunuz konuşmada “Bakın biz 81 vilayetten 80’inden milletvekili çıkarıyoruz. Bir tek vekil çıkartmadığımız il Tunceli, o da malum sebeplerden dolayı” dediniz. “Malum sebep” olarak belirtiğiniz nedir?


27. Nisan 2011’de, AKP Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı İ. Melih Gökçek twitter’da, “İskender Çolak’ın CHP’li ve alevi olduğunu bildiğim halde nikâhını kıydım” demiştir. Bu ifade bir insanı inancından dolayı “aşağılandığını”, “dışlandığını”, “ötekileştirdiğini” düşünüyor musunuz? Nikahlar parti ve inançlara göre mi kıyılıyor?


28. Mart 2011 tarihinde, Tüzüğünde “Cemevi ibadethanedir” maddesine yer verdiği için Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği’nin kapatılması amacıyla açılan davada mütalaasını sunan Savcı Ali Özdemir, Aleviliğin bir din, cemevinin de ibadethane olmadığını belirterek, “Bu davada kamu yararı yoktur. Kamuoyunu kaosa sürükleme çabası görülmektedir” dedi. “Kamuoyunu kaosa sürükleme çabası” olarak işaret edilen ya da belirtilen deliller nelerdir? Bir toplumun ibadetlerini yerine getirdiği mekân ile ilgili “Cemevi ibadethane olmadığı” yönünde mütalaa hazırlama meşruiyetini hangi kanunlardan almaktadır? Bir savcının inanç yerlerini tarif etme yetkisi var mıdır?


29. Temmuz 2011’de, Malatya’da bulunan Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi Vakfı’nın, Sosyal Destek Programı (SODES) kapsamında düzenlediği saz kursu ile ilgili afişler, kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından kesilerek indirilmiştir. “Kimliği belirsiz kişi ya da kişiler” tespit edilmiş midir? Haklarında herhangi bir işlem yapılmış mıdır?


30. Ağustos 2011’de, İzmir İl Genel Meclisi, cemevlerinin bakım, onarım, elektrik, su, atık su gibi ihtiyaçlarının karşılanması konusunda karar almıştır. Ancak İzmir Valisi M. Cahit Kıraç, “cemevlerinin ihtiyaçlarının karşılanması konusunun İl Genel Meclisi’nin değil, TBMM’nin işi olduğunu” söylemiştir. Eğer bu sorun TBMM’nin işi ise TBMM bu konuda neden inisiyatif almamaktadır? TBMM’nin inisiyatif almaması kendi varlığının meşruiyetini sorgulanır hale getirmez mi? 2002-2013 tarihleri arasında kaç İl Genel Meclisi karar aldığı halde Valilik veya İçişleri Bakanlığı’ndan onay çıkmamıştır?


31. Kandıra 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde kalan Bülent Özdemir 13 Nisan 2011 tarihinde, inançları gereği bir ‘Dede’ ile görüşmek üzere başvurmuş ancak yanıt verilmemiştir. Özdemir, aynı öneriyi 30 Nisan 2011’de de tekrarlamış, bunun üzerine “Alevi dedesinin bir resmiyeti olmadığından kaymakamlık görevlendirme yapamıyor” denilmiştir. Bu gerekçede ‘resmiyet’ olarak nitelendirilen nedir? Eğer talep edilen kriter resmiyet ise Dede resmen T.C. yurttaşı değil midir?


32. 04.05.2011 tarihinde, Amasya’da yapmış olduğunuz konuşmada “Eğer Alevilik Hazreti Ali KeremallahüVeche’yi sevmekse, ben Alevilerden daha çok Aleviyim. Ama bunların yaşamında Hazreti Ali var mı? Hazreti Ali gibi yaşamak var mı? Yok. Hazreti Ali nerede, bunlar nerede.” “Bunlar” diyerek kastettikleriniz kimlerdir? Hz. Ali’nin kimin yaşamında olduğunu biliyor musunuz?


33. 29.08.2010 tarihinde Ankara Sincan’da yapmış olduğunuz konuşmada “Artık dedelerden talimat alarak atama yapma dönemi bitiyor” dediğiniz bilinmektedir. “Dedeler” olarak ifade ettikleriniz kimlerdir? “Dedelerden” talimat alan kimdir? Hangi kurumlarda çalışmaktadırlar?


34. 14.10.2010 tarihinde Devlet Bakanı Faruk Çelik yapmış olduğu konuşmada “Çözüme odaklandık, gerçekleştireceğiz. İşin edebiyatı yüzlerce yıl yapılmıştır, ama çözümü konusunda bu ciddiyette, bu ölçekte masanın etrafında hiç oturulmamıştır. Bunun kıymetinin bilinmesini defalarca ifade ettim. Kimseye bir adım yakın değiliz, kimseye bir adım uzak değiliz” dedi. “Odaklanılan çözüm” gerçekleşti mi?


35. İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağırıcı 21.09.2009’da yapmış olduğu açıklamada “Cemevlerinin ibadethane sıfatıyla açılması dinen mümkün görülmemektedir. Ancak kültürel bir kurum olarak açılıp açılmayacağı ilgililerin takdirine kalmıştır” demiştir. “Cemevlerinin ibadethane sıfatıyla açılması” hangi dine göre mümkün değildir? Aynı beyanda “ilgililer” olarak tarif edilen kişiler kimlerdir?


36. 23.09.2009 tarihinde Alevi ÇalıştaylarıModeratörü Necdet Subaşı “Biz Alevilerin gerçekte ne istediklerini, bu isteklerin gerçekleştirilmesi için nelere ihtiyaç olduğunu, bu konuda ne yapabileceğimizi öğrenmeye çalışıyoruz” dedi. Sorun Alevilerin ne istedikleri dile getirmeleri mi yoksa Alevilerin temel hakkı olmasına rağmen nelerin verilmek istenmediği midir?


37. 26.06.2008 tarihinde Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren yapmış olduğu açıklamada “Bütün Müslümanların ortak ibadet yeri camidir. İslam tarihinin hiçbir döneminde kendisini İslam içinde görüp de camiye alternatif başka bir ibadethane kuran mezhep ve tarikat olmamıştır. Yine İslam tarihinde, tasavvufi adap ve erkânın yürütüldüğü mekânlar hiçbir zaman caminin alternatifi bir ibadethane olarak algılanmamış ve isimlendirilmemiştir” dedi. Cemevlerinin camilerin alternatifi olduğunu düşünüyor musunuz?


38. AKP Grup Başkan Vekili Nihat Ergün 04.12.2008’de Reuters’e vermiş olduğu demeçte “Din dersleri bireysel talepler temelinde olmalı. Eğer Aleviler Alevi inanışını okullarda öğrenmek istiyorlarsa, biz bunun yolunu açabiliriz. [...] Bu sorunlar [‘Alevi Sorunu’] üzerinde çalışıyoruz ve ön yargısız, içten bir çaba göstermek istiyoruz. Bu sorunun tarihsel kökenleri var. 1000 yıl öncesine kadar gidiyor ve çok karmaşık” şeklinde beyanda bulunmuştur. Aileler kendi çocuklarının ZDD’den muaf kalınması için yapmış oldukları başvurular olumlu bir şekilde sonuçlanıyor mu? Yoksa yapılan başvurular “bireysel talep” olarak değerlendirmeye alınmıyor mu?


39. Egemen Bağış 17.07.2007 tarihinde yapmış olduğu açıklamada “AKP Aleviler’i hiç aldatmadı. AKP tutmayacağı sözü hiçbir zaman vermedi” dedi. AKP’nin düzenlemiş olduğu Alevi Çalıştayları, “Alevi Açılımı” süresinde verdikleri hangi sözler tutulmuştur?


40. AKP Denizli Bekili ilçe Başkanı Mustafa Kırlı 24.01.2005 yılında yapmış olduğu bir açıklamada “Kooperatifi’nin ürettiği şaraplara Hazreti Ali’nin Zülfikarı’nın adı ‘Zülfikar’ı veren, ardından Alevi vatandaşları kastederek“Bu tipler, bu yapıdakiinsanlar, Müslümanlığı zayıf yaşayan kişiler olduğu için şarap müptelası insanlardır” demiştir. “Zayıf yaşanılan Müslümanlık” ile şarap arasında nasıl bir ilişki vardır?”


Odatv.com

19 Nisan 2013 Cuma

Bir Torpil Hikayesi



Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve Oğlu Can Yücel Arasında Geçen Bu Olayı Yorumlarınıza Sunuyoruz...




Yıllar önce bir Milli Eğitim Bakanının odasının kapısı çalındı. İçeriden kararlı ve tok bir ses " girin" diye seslendi.




Oldukça mütevazi döşenmiş odaya iki tane lise talebesi girdi. Tombul yanaklı olan Milli Eğitim Bakanının yanına yanaşarak " Babacığım merhaba. Elini öpmeye geldik Gazi ile beraber" diyerek arkadaşını gösterdi.

Mezun olmuşlardı iki samimi arkadaş liseden. Gazi ve Can. Bakanın elini öptükten sonra masanın karşısındaki koltuklara oturdular.

Tombul yanaklı çocuk söz aldı, Babacığım biliyorsun okulumuzu her ikimiz de başarı ile bitirdik. Ve bir yıldır para biriktiriyorduk. Eğer senin de iznin olursa Bakanlığın bursundan yararlanıp Amerika'ya okumaya gitmek istiyoruz." Bakan küçük bir sessizlikten sonra " Oğlum biraz dışarı çıkar mısın? Bizi arkadaşınla bir iki dakika yanlız bırak" dedi.

Oğlu dışarı çıktıktan sonra uzun boylu çocuğa şöyle dedi. Bak evladım,ben sizler gibi başarılı öğrencilerin yurt dışında öğrenim görmesini her zaman desteklerim. Fakat bir bakan olarak oğlumu Amerika'ya gönderirsem, bunu başkaları farklı değerlendireceklerdir. Bu yüzden sadece sana burs vereceğim. Gerekli işlemlerin yapılması için talimatı veririm az sonra. Hayırlı olsun deyip dışarı çıkmasını söyledi talebenin.
Heyecan içinde kapının önünde bekleyen bakanın oğluna sarıldı çocuk. " Can sana bir iyi, bir kötü haberim var. Baban bana burs verdi ama senin gitmeni onaylamıyor.
Tombul yanaklı çocuk elini cebine atıp bir mendil çıkarttı. İçi para dolu olan mendili arkadaşına verip, "al bunları Gazi. Nasıl olsa bana lazım değil bu para artık" dedi, bir yıldır biriktirdiği parayı arkadaşına uzattı.

Oğlunun geleceğini bile ülkesinden sonra düşünen onurlu Milli Egitim Bakanımızı Sayın Hasan Ali Yücel Bey'i saygıyla anıyoruz.

Oğlu Can büyük edebiyatçı Can Yücel'dir.
Onun lise arkadaşı Gazi ise dünyanın en ünlü beyin cerrahlarından Prof.Dr. Gazi Yaşargil'dir.

Kaynak : www.ForumPaylas.net Bir Anı:Hasan Ali Yücel,Can Yücel,Gazi Yaşargil

16 Nisan 2013 Salı

'Işık evleri beyin yıkama yeri!'


Alman devlet televizyonu daha önce gösterimden kaldırdığı Gülen belgeselini yayınladı.
 Alman devlet televizyonu ARD’ye bağlı WDR kanalında geçtiğimiz yıl 25 Haziran tarihinde gösterimden aniden kaldırılan ve tartışmalara neden olan “İmamın Uzun Kolu -Fethullah Gülen Hareketi” adlı belgesel program dün gösterildi.

Yüksel Uğurlu ve Cornelia Uebel’in hazırladığı “İmamın Uzun Kolu-Fethullah Gülen Hareketi (Die stille Armee des Imam- Das Netzwerk des Fethullah Gülen) adlı belgesel Almanya'da büyük yankı uyandırdı.

Alman der Spiegel dergisinin internet sayfasında Maximilian Popp tarafindan "Ne istedilerse onu yerine getirdim“ başlığıyla verilen haberde Gülen cemaati hakkında Almanya'da cok az eleştirilerin olduğunu yazdı.

Haberde, Gülen cemaati ve onun ideolojisi hakkında yazmanin "olumlu karşılanmadığı“ ve Fethullah Gülen'in 14 yildan beri USA'da yaşadığı kaydedildi. Ayrıca Gülencilerin en az 140 ülkede okullarda, bankalarda, iş dünyasında, hastanelerde söz sahibi oldukları ifade edildi.

Gazeteci Ahmet Şık'ın Ergenekon soruşturması kapsamında "İmamın Ordusu“ adlı kitabının yayınlanmasından cok az bir süre önce tutuklandığı ve kitabında Türkiye'de yargı ile polis arasındaki ilişkilere dikkat çekilmişti. 



Şık'ın tutuklandığı sırada üzerinde çalıştığı "İmamın Ordusu“ adlı kitabın "terör örgütü dokümanı" olduğu gerekçesiyle mahkeme tarafından kopyaları için toplanma ve el konma kararı verildiği hatırlatıldı.

"ALMANYA'DA GÜLEN HAREKETİ HAKKINDA ÇOK AZ ELEŞTİRİ VAR“

Popp yazdığı makalesinde Almanya'da Gülen aktiviteleri hakkında cok az kritiğin olduğunu, Almanya'da okullarda, medyada, iş dünyasında cemaatin büyük bir lobi oluşturduklarına dikkat çekiyor.

Makalede ayrica Gülen cemaatinin kendisini "Liberal, modern ve demokratik“ olarak kamuoyuna yansıtıldığı belirtilirken, birkaç ay önce "sağ muhafakazar gazetesi“ Frankfurter Allgemeine Zeitung adlı gazetede Reiner Hermann adlı gazetecinin Gülen ile röportaj yaptığı ve kariyerinin en üst basamağını elde ettiğine dikkat çekiliyor.

"DER SPIGEL DERGİSİ GÜLEN CEMAATİNİN BAŞKA BİR RESMİNİ ORTAYA KOYDU“

Maximilian Popp, emmuz 2012“de „Fethullah Gülen hareketi Almanya“daki en Tehlikeli Islami Hareket“ basligiyla bir yazi kaleme aldigi ve bununla Gülen cemaatinin baska bir yüzünün yansitildigini yazdi. Makalede, Gülen“in taraftarlarini kontrol altina tutan bir cemaat oldugunu ve onun ideolojisinin tolerans ve hosgörüden ziyade „güc ve nüfuz arayisi“ oldugu kaydedildi.

“WDR BELGESELİ CEMAATİN MASUM YÜZÜNÜ SARSAN BİR BELGESEL“

Haberde, WDR'de yayınlanan belgeselin Gülen cemaatini masum ve sivil hareket olarak yansıtan gücünü sarsan bir belgesel olduğu belirtildi.

Belgeleselin aylardan beri program yapımcısı Yüksel Ugurlu ve Cornelai Uebel tarafinda hazirlanan belgesele göre gençlerin, Müslüman elitin toplumsal yaşantıdan nasıl uzaklaştırıldığı yansıtıldı.

Program yapımcısı Cornelia Uebel, Spiegel'e verdiği demecinde Fethullahçı medyanın herhangi bir toplantı olduğunda kendilerini istekle davet ettiklerini ancak kritik sorularla karşı karşıya kaldıklarında "hırçınlaştıklarını" söyledi.

Makalede ayrica, WDR“de yayinlanan belgeselde Gülen hareketinin yükselisi, milyonlarca Müslümanin üzerinde etkisini artırdığı ve "cazibesinin“ etkili olduğu belirtildi.

Belgeselde Gülen'in hutbe verirken nasıl gözyaşı döktüğünü, hatta Gülenci bir yandaşın onu bir Gandhi ve Mandela'ya benzettiği belirtildi.

IŞIK EVLERİ BEYİN YIKAMA

WDR'de yayınlanan belgeselde gazeteci Ahmet Şık ve CHP Milletvekili İlhan Cihaner ile yapılan röportaja da geniş yer verildi. Şık, Spiegel'e Gülen cemaatinin politik amaçları için dini kullandıklarını belirten bir demeç verdi. Ne kadar güç elde ederlerse o kadar agresifleşiyorlar“ dedi.

WDR“de yayinlanan belgeselde Isik Evlerinde yetisen ancak daha sonra cemaatten ayrilan iki kadina yer verildi. İsmini vermek istemeyen eski Gülen cemaati yandaşı iki kadın "Bedenimiz ve düşüncemiz bu ideolojiye aitti. Benden ne istedilerse onu yerine getirdim“ dediler.

WDR'de yayinlanan belgeselde Ankara üniversitesi ögretim üyelerinden Mustafa Şen, Münih'te sosyolog Ulrich Beck tarafindan cıkarılan "sosyal dünya“ adlı dergide ışık evlerinin yeni bir nesil oluşturmak ve eğitmek icin tek yol olarak göründüğünü ve buradaki eğitimin askeri kışladan daha sert olduğunu söyledi.

Sen ayrica, hedeflerinin hayatin tüm alanini fethetmek ve dönüstürmek oldugunu söyledi.

WDR“deki belgeselde ayrica Eski Alman Meclisi Başkanı Hristiyan Demokrat Rita Süssmut“un da Gülen cemaatine yakinligi ile bilinen Berlin“de Gülen lobysinin danisma kurulu üeysi oldugu ve Süssmuth“un Gülen cemaatini „diyalog ve hosgörüden yana oldugu icin destekledigini söyledi.

Öte yandan Neue Osnabrücker Zeitung ilginç bir noktaya değindi.

Belgesel yayımlanana kadar gizli tutuldu. Ne belgeselin yapımcilari ne de yazarlar arastırmaları konusunda ipucu vermedi.

Thomas Klatt imzalı haberde, böylesine önlemlerin 26 Haziran 2012 tarihinde yayımlanan Scientoloji tarikatı belgeseline yönelik bile alınmadığını vurguluyor.

ARD devlet televizyonunun belgeselin iceriğini bu denli gizli tutmasının nedeni Klatt'a göre, Cemaatin ihtiyati tedbir karariyla belgeselin yine son anda yayimdan kaldırılması korkusu.

Klatt, "devlet televizyonu yani islamci bir hareketten ABD tarikatindan daha fazla mı korkuyor?" diye sordu.

Filmin elestirilecek bir yanı var ise o da, Cemaatin gizli aajandasını yıllar önce gün ışığına çıkaran ve devlet kurumlarında yapılanmasını anlatan Soner Yalçın, Hanefi Avcı ve Doğu Perinçek gibi isimlerin bir kere bile anılmaması. Alman medyası niyeyse sürekli Ahmet Şık'ı cemaatin yapılanmasını sanki tek başına ortaya cıkaran kişi gibi gösteriyor.

SÜHEYLA KAPLAN / HAMBURG 
Kaynak:Gerçek Gündem

15 Nisan 2013 Pazartesi

Gündeme gelmeyen sorun: Türban!

Gündeme gelmeyen sorun: Türban!

Başbakan “başörtüsü” diyor, muhalefet partisi lideri “türban”.
Kimisi türbana alışkın, kimisi başörtüsü demeyi tercih ediyor.
Ne denirse densin, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, aynı kapıya çıkıyor.
“Türban sorunu” diye bir sorun var bu memlekette?
Memleketi yönetenlerin ağzında, türbanlı öğrencilerin ağzında, profesörlerin ağzında, sivil toplum kuruluşlarının ağzında, siyasetçilerin ağzında…
Herkes harıl harıl, bu sorunun nasıl çözüme kavuşturulacağını konuşuyor.
Türban sorunu…
Evet, böyle bir sorun var…

***

Bir de hiç gündeme gelmeyen, getirilmeyen, getirilemeyen bir sorun var.
O sorunun adı da, “türban sorunu”.
Ben de bazen, bu soruna kafa yorarken yakalıyorum kendimi.
Nasıl çözüme kavuşacak bu sorun?
Anadolu’nun dört bir yanında…
Evlerde, mahallelerde, kasabalarda, köylerde, varoşlarda böyle bir sorun var.

***

Türban takmak istemedikleri halde, aslında sokağa türbanlı çıkmak istemedikleri halde; babalarının, ağabeylerinin, dedelerinin, amcalarının, dayılarının “örtülü” ya da “açık” baskısıyla, başlarını örtmek zorunda kalan gencecik kızların sorunu nasıl çözülecek?

***

Türban takmak istemedikleri halde; yaşadıkları mahallenin, sokağın, apartmanın sakinlerince baskı altına alınan, türbansız sokağa çıktıklarında çatılan kaşlarla, tehdit kokan sözlerle karşılaşan genç kızların, kadınların sorunu nasıl çözülecek?

***

Türban takmak istemedikleri halde; gittikleri okullarda, mecburen kaldıkları cemaat evlerinde, din dersi öğretmenlerinin, cemaat ablaları ve ağabeylerinin “tatlı-sert” uyarılarıyla türban takmak zorunda bırakılan öğrenci kız çocuklarının sorunu nasıl çözülecek?

***
Türban takmak istemedikleri halde; kalacak yer bulamadığı için bir eğitim yılı da olsa cemaatlerin yönetimindeki öğrenci evlerinde yaşamak zorunda kalan ama sokağa atılmamak için, eğitim yılı ortasında, kış gününde evsiz, yurtsuz kalmamak için; mecburen ikamet ettikleri evlerin kurallarına uymak zorunda kalan, başlarını örtmek zorunda hisseden kız öğrencilerin sorunu nasıl çözülecek?

***
Türban takmak istemedikleri halde; gelin olarak gittikleri evlerde kocalarının, kayınpederlerinin, kayınvalidelerinin, aile büyüklerinin baskısıyla, zoruyla başlarını örtmek zorunda kalan gencecik gelinlerin sorunu nasıl çözülecek?

***

Türban takmak istemediği halde, türban taktığında kendisini iyi hissetmediği halde; ya dayak yeme korkusuyla, ya dışlanma endişesiyle, ya evden kovulma tehdidiyle, gece yarıları gizli gizli ağlayan ama yine de ertesi günü istemeye istemeye sokağa başörtüsüyle çıkmak zorunda bırakılan kızların sorunu nasıl çözülecek?

***

Türban takmak istemediği halde, sırf “ağzımızın tadı bozulmasın” düşüncesiyle, sırf kocasıyla arası açılması diye, sırf babasından ya da kocasından dayak yememek için, başını örtmek zorunda kalan türbanlılarla dopdolu bu memleket!

***

Evet…
Böyle bir sorun var bu memlekette.
Adı; türban sorunu.
Ve bu sorunu çözmek için kimse kılını kıpırdatmıyor.
Ne cumhurbaşkanı, ne başbakan, ne bakanlar, ne muhalefet partileri…
Kimse ağzını açıp da tek kelime etmiyor bu sorun hakkında.
Ne liberal aydıncıklar, ne özgürlük şampiyonu köşe yazarları, ne de anlı şanlı üniversite hocaları…
Bu türban sorununu çözmek için, bırakınız bir cümle kurmayı, gündeme bile getiremiyorlar bu sorunu.
Bu ülkede bir “türban sorunu” var.
Ama gelin görün ki, bu “türban sorununu” gündeme getiren bile yok.
Ne olacak bu “türban sorunu”?
Fikri olan var mı?

***

Özgürlük denildiğinde herkesin aklına gelen her nedense “türban takma özgürlüğü.”
Peki, “türban takmama”, “türban takmak zorunda bırakılmama” özgürlüğü hakkında…
Fikri olan…
Çözüm önerisi olan…
Acil eylem planı olan var mı?

Ahmet Çınar
Kaynak

Foto :Femen'in eylemini eleştirerek örtünmenin kendi seçimi (!) olduğunu beyan eden müslüman kız...

12 Nisan 2013 Cuma

ERDOGAN SEN ÇILDIRDIN MI ?

ERDOGAN SEN ÇILDIRDIN MI ?

Almanya'nın tanınmış gazeteci-yazarlarından Jürgen Elsässer blogunda R.T. Erdoğan'a açık bir mektup yazmış. . RTE için (Türklerin ve bütün zamanların gelmiş geçmiş en büyük komutanı) kelimelerinin baş harflerini alarak GRÖFATZ adını takmış...Okumanızı tavsiye ediyorum..

Erdogan, Sen çıldırdın mı?

Jürgen Elsässer’den çılgın bir saldırgana açık mektup!


Sayın ekselans,

Türkler’in gelmiş geçmış en büyük ve değerli başkomutanı !

Sen tamamen kafayı mı yedin? Sen, Tel Aviv’in delisi Netanjahu ile, 3. Dünya Savaşını çıkartmak yarışına mı girmek istiyorsun ? Son senelerde Türk ekonomisini epeyce yükseltip benim de naçizane taktirimi kazandıktan sonra, şimdi herşeyi o askeri götünle tekrar yıkmak mı istiyorsun?

Sana ne oluyor? İki sene öncesine kadar İsrail’i savaş ve işgal politikası (Gaza) yüzünden şiddetle yeriyordun, saygımı kazandın. Ama, 2011 baharından, Libya‘dan, beri taraf değiştirdin,“Gaddafi-Rejimine karşı” – yoksa “Erdogan-Rejimine karşı mı demeliydim”? – olanları destekledin ve şimdi kendin Suriye’ye karşı en ön cephede bulunuyorsun. Seni iten nedir? Yeni-Osmanlı rüyası mı? Yoksa sana birileri para mı ödüyor? Gülen mi?

Erdoğan dikkat et: Osmanlıların’da katıldığı son Dünya Savaşı, Sizin devletinizin sonu oldu; Atatürk ancak bugünkü Türkiye’yi kurtarabildi. İkinci Dünya Savaşında doğru davrandınız ve savaşa girmediniz. Neden üçüncü bir savaşta milletini mahvetmeye kalkıyorsun? Yoksa Sam Amca ve Netanjahu’nun sizi dışarda bırakacağını mı sanıyorsun?

Şimdi neden kızıyorum: 3. Ekim’den beri Suriye’ye ateş ediyorsunuz. Daha önceden orada korku ve dehşet saçan terroristleri donattınız. Sizin sınır şehirleriniz, teröristlerin askeri kampları oldu. Ve bu gecen iş zıvanadan çıktı: Sen bir Suriye yolcu uçağını, Moskova’dan geldiği için ve askeri malzeme taşıdığı iddiası ile inişe mecbur ediyorsun. Riyakarlığın daha büyüğü var mı? Kendiniz tonlarca yüksek teknoloji silahını teröristlere veriyorsunuz ve sivil bir uçağın sivil yolcularının bavullarında elektrikli traş makinesi arıyorsunuz, belki el bombası olarak da kullanılır diye. Sivil bir uçağı indirmek, – bu bir kovboy filmi. Sanırım bu daha hiç olmamıştı.

Biz de Almanya’da Türk yolcu uçaklarını inişe zorlamaya başlayalım mı? Bizim sınır memurlarımız da, senin milletinin Almanya‘ya neler kaçırdığına baksınlar mı? Biz de ondan sonra bu kaçak malların ülkemizin güvenliğini tehlikeye attığını iddia ederek, seni, Başkomutan bozuntusunu, bunlardan sorumlu tutalım mı? Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini toplantıya çağırıp, sırf savunma amacıyla, Türk sınırının içine birkaç defa ateş edelim mi? Sizin çok yakınınızda bizim de birkaç savaş gemimiz var. Hayır? Sen bunu enternasyonal hukuka aykırı bir saldırı olarak mı görüyorsun? Haklısın. Ama Sen Suriye’ye karşı aynen bunu yapıyorsun.

Duyduğum kadarıyla, Senin halkın bir savaş istemiyormuş. Kendi Türklerini dinle ve mantık yoluna, barışa geri dön. Türk Ulusu, büyük bir tarihi olan, büyük bir Ulustur. Türk Ulusu başında büyük bir devlet adamının olmasını hak eder; çılgınlık veya yabancıların parası ile körleşmiş bir komutan bozuntusunu değil.

Dostane selamlarımla,

Jürgen Elsässer

10 Nisan 2013 Çarşamba

Türban Özgürlükçülerinin Foyası Ortaya Çıktı


Türban kutuplaşması



Eğitim-Bir-Sen’in kamuda türbana özgürlük kampanyası ile AKP’nin okullarda kıyafeti serbest bırakmasının ardından okullarda öğrenci ve öğretmenler arasında ayrışma başladı. Bağcılar İbni Sina Anadolu Lisesi’nde bazı öğrenciler okula türbanla gelince, bir başka öğrenci grubu da yakasında siyah kurdele ve Atatürk rozetiyle derslere girdi. Esenler Atatürk İlkokulu’nda küçük çocukların derslere türbanla girmesine izin verildi. Yenibosna Lisesi’nde okul müdürü türbanlı öğretmenler hakkında tutanak tutunca, Eğitim-Bir-Sen’li müdür yardımcıları da Eğitim-Sen’li kadın öğretmenlerin etek boyu, giydikleri ayakkabı ve elbiselerini inceleyerek tutanak tuttu. Eğitim-Sen İstanbul 1 No’lu Şube Başkanı Barış Uluocak, öğretmenler ve öğrenciler arasındaki ayrışmaların tehlikeli boyutlara ulaştığını belirterek önlem alınmasını istedi. Veliler de gerginliğin sürmesi durumunda çocuklarını okul önünde bekleyeceklerini belirtti.

Bağcılar İbni Sina Anadolu Lisesi’nde geçen hafta türbanla öğrencilerin derse girmesine tepki gösteren bir grup öğrenci, yakasına siyah kurdele ve Atatürk rozeti takarak geldi. Öğrencilerin yakalarına rozet ve kurdele takmasına kızan okul idaresi, rozet ve kurdelelerin çıkarılması konusunda öğrencileri uyardı. Esenler Atatürk İlkokulu’nda ise küçük yaştaki kız çocukları kafalarındaki türbanla okula geldi. Birçok veli duruma tepki gösterirken okul idaresi öğrencinin derse girmesine izin verdi.

Öğretmenlere uyarı

Türbanla derslere girilen okullarda görev yapan Eğitim-Sen’li öğretmenler de öğrenciler hakkında tutanak tutmamaları için uyarıldı. Okullarda yaşanan bu ayrışmaya dikkat çeken Eğitim-Sen İstanbul 1 No’lu Şube Başkanı Barış Uluocak, “Naci Ekşi Anadolu Lisesi ve İbni Sina Anadolu Lisesi’nde okul müdürleri türban gündemli toplantılar yapıyor. Bu okullarda okula spor ayakkabısı ile dahi içeri girmek yasakken türban serbest bırakıldı. Buna tepki gösteren bazı öğrencilerde yakalarına siyah kurdele ve Atatürk rozeti takarak okula gitmiş ancak öğrenciler okul yönetiminin sözlü uyarısı ve tacizi ile karşılaşmışlar. Bazı öğrenciler ise din kültür dersinde ‘Alevilerin yemeği yenmez’, ‘Alevilerden kız alınmaz’ diye öğretmene soru soruyor ve öğretmen de ‘Var öyle şeyler’ diyor. Öğrenci ağlayarak durumu velisine anlatınca, aile çocuğunu okuldan almaya kalkıyor” dedi.

Önlem alınmıyor

Uluocak, okul yönetimi ile görüştüklerini önlem alınacağının söylenmesine karşı herhangi bir adım atılmadığını söyledi. Naci Ekşi Anadolu Lisesi’nde de geçen günlerde türbana tepki amacıyla okula taytla gelen öğrencilerin müdür yardımcısı tarafından “ahlaksızlıkla” suçlandığını anımsatan Uluoacak, Gelinen nokta şu; yırtık, dar giymek yasak, türban serbest. Yasaklar baki kaldı, türban serbest bırakıldı” diye konuştu.


cumhuriyet
 

8 Nisan 2013 Pazartesi

“o taraf” ve “bu taraf”





Gözleri olup da görmeyenlere özel dev hizmet: 10 yılın “film şeridi” halinde sıkıştırılm

Balyoz tutuklusu Kurmay Albay İkrami Özturan’ın “Acımasız bir namlu şakağımızda soğuk / Tetikte kendi parmağımız, yabancının değil...” mısralarıyla başladığı kitabı Elveda’yı okuyunca hiçbir teselli yetmiyor bunların bir “işgal ülkesi”nde yaşanmadığına ikna olmanıza.

2001-2010 yıllarını kapsayan ve bugün Silivri’de “son sözleri” sorulacak askerler, akademisyenler, milletvekilleri, gazeteciler, avukatlar, doktorlar da dahil milyonlarca insanın -aslında topyekün memleketin- “bedeli”ni ödediği “dönüşüm”ün nasıl gerçekleştiğini anlatan bir çizelge hazırlamış Özturan. Tıpkı bugünün Türkiye’si gibi ikiye bölmüş çizelgeyi; “o taraf” ve “bu taraf” var. Bakın 10 yılda neler yapmışlar:


***


2001: “O taraf”ta, içinde E. Org. Çetin Doğan ve 5-6 Korgeneralin de olduğu şema “Ergenekon Terör Örgütü” olarak eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’a sunuldu.
“Bu taraf” sessiz kaldı.
24 Temmuz 2002: ABD’de Millenium Challenge tatbikatı yapıldı. Tatbikat Lozan’ın yıldönümünde, Sakarya Muharebesi gibi 22 günde, Kıbrıs’tan başlayarak Türkiye’nin 96 saat içerisinde işgali üzerineydi!
3 Kasım 2002: AKP yüzde 34.29 oy ile iktidara geldi.
4 Kasım 2002: “O taraf” ta, Başbakanlık, ABD’de Savunma Bakanlığı’na şu mektubu yolladı: “... Seçim sonuçlarının bizim genelkurmay saflarında biraz rahatsızlık yaratmış olabileceğinden resmi konumunuz gereği hiç kuşkusuz haberdarsınızdır...”
“Bu taraf” tan ses çıkmadı.
22 Mart 2003: “O taraf” ta, ABD Ankara Büyükelçisi R. Pearson bir mesaj yayınladı: “Orgeneral Hilmi Özkök’ün sadakatli duruşunun ABD tarafından sahiplenilmesi gerektiği...”
“Bu taraf” suskundu.
30 Temmuz 2003: “O taraf” ta AB 7. Uyum Paketi kabul edilerek MGK’nın yapısında değişiklik yapılmasına başlandı.
“Bu taraf”ta tık yoktu.
2004: “O taraf”ta Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Abant toplantısında gazeteci Alper Görmüş “... belki de askeri vesayeti ortadan kaldırmanın yegane yolunun, başarısız kalmış bir askeri darbe girişiminin ardından eski ve yeni darbecilerin derdest edilip yargılanmaları olduğunu” söyledi.
“Bu taraf”tan çıt çıkmadı.
Aralık 2004: “O taraf” ta Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde tehdit önceliğinin değiştirilmesi çalışması başlatıldı.
Kasım 2005: “O taraf”ta, Şemdinli İddianamesi ile Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt hakkında suç duyurusunda bulunuldu.
“Bu taraf” tepkisiz kaldı.
18 Şubat 2006: “O taraf” ta “Küre” operasyonunda darbe ortamı hazırlamaya çalıştıkları iddiasıyla Yüzbaşı N. Bozkır ve 10 kişi gözaltına alındı.
“Bu taraf” seyretti.
31 Mayıs 2006: “O taraf” ta Atabeyler Operasyonunda Özel Kuvvetler Komutanlığından bir yüzbaşı, üç astsubay ve emekli bir binbaşının da bulunduğu, dokuz kişi tutuklandı.
“Bu taraf” izledi.
8-14 Mart 2007: “O taraf”ta, Nokta dergisinde “TSK Karşıtları ve Yandaşları” başlıklı andıç yayınlandı.
“Bu taraf” kayıtsızdı.
29 Mart 2007: “O taraf”ta, Nokta dergisinde E. Oramiral Özden Örnek’in “günlükleri” yayımlandı.
27 Nisan 2007: “Bu taraf” sonradan “o taraf” a yaradığı anlaşılan hamlesini yaptı; Genelkurmay Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı seçim süreciyle ilgili “e-muhtıra” olarak anılan bildiriyi yayımladı.
Mayıs 2007: “O taraf” terörle mücadelede polise olağanüstü yetkiler verilmesini kararlaştırdı. Değişiklik “İzinsiz dinleme, fişleme, herkes aranabilecek, zor kullanma” başlığıyla duyuruldu.
“Bu taraf” anlamadı.
5 Haziran 2007: “O taraf”ta, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı “mezara kadar gidecek sır” rı paylaştıkları Dolmabahçe görüşmesini yaptı.
“Bu taraf” uyanmadı.
12 Haziran 2007: “O taraf” bir gecekonduda bulunduğu iddia edilen ancak varlığı halen ispatlanamayan bombaları gerekçe göstererek Ümraniye Operasyonunu başlattı.
“Bu taraf” idrak edememiş olmalıydı ki, 22 Temmuz 2007’de “O taraf” genel seçimlerden yüzde 47 oy oranı iktidarını pekiştirerek çıktı.
21 Ocak 2008: “O taraf”ta Başbakan ile ABD Büyükelçisi gece yarısı özel görüştü. Ertesi gün Ümraniye Operasyonunda 33 kişi gözaltına alındı.
“Bu taraf” arkasını aramadı.
1 Temmuz 2008: “O taraf”ta Ümraniye Davası kapsamında ilk, emekli Orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon, E. Tuğa. İlker Güven ve Öcalan’ın İmralı’daki sorgulamasını yapan E. Albay Atilla Uğur tutuklandı. 1 Ağustos 2008: İlk muvazzaf subay Pilot Teğmen M. Ali Çelebi tutuklandı. 9 Ocak 2009: İlk muvazzaf üstsubay, Kurmay Albay Cengiz Köylü tutuklandı.
Aynı gün “bu taraf”ta E. Jandarma Albay Abdülkadir Kırca intihar etti.
(Ocak 2009’da “O taraf”ta ayrıca E. Orgeneraller Tuncer Kılınç, Kemal Yavuz ve E. Tümgeneral Erdal Şenel gözaltına alındı. “Bu taraf”ta Mart 2009’da Deniz Yüzbaşı Olgun Ural ve Deniz Hakim Albay Tanju Ünal intihar etti.)
“O taraf”ta;
16 Nisan 2009: Poyrazköy Davasıyla ilgili ihbar mektubu gönderildi. 22 Nisan: Kafes Davası başladı.
12 Haziran 2009: Taraf “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” haberini yaptı. Albay Dursun Çiçek tutuklandı.
Bunlar olurken “bu taraf”ta Genelkurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı’na sunduğu dosyada “önüne gelenin ihbarda bulunması halinde, askeri karargahların gizliliğini yitireceği ve işgöremez hale geleceği kaygısı”nı iletti.
“O taraf”ta 26 Haziran 2009’da Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını içeren değişiklik yapıldı. 25 Eylül 2009’da Hakim Albay A. Zeki Üçok tutuklandı.. 5 Aralık 2009’da üç kuvvet komutanı ifade verdi. 21 Aralık 2009’da iki subay Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla tutuklandı.
“Bu taraf”ta ise iki intihar “daha” vardı; 21 Kasım’da Emekli Deniz Albay Balgütay Varımlı, 19 Aralık’ta Deniz Kurmay Yarbay Ali Tatar canına kıydı.
“O taraf” 27 Aralık 2009’da Kozmik büroya girdi.
20 Ocak 2010’da “O taraf”ta “Fatih Cami bombalanacaktı” haberi yapıldı. 21 Ocak’ta Mehmet Baransu “Balyoz bavulunu” savcılığa teslim etti.
“Bu taraf”ta Genelkurmay Başkanı Başbuğ basın açıklaması yaptı:
“Bu plan seminerine ilişkin olarak ortaya atılan iddiaları, aklı ve vicdanı olan kimsenin kabul etmesi mümkün değildir.”
“O taraf” ta;
3 Şubat’ta Başbakan “Neden 7 yıl beklediniz diye soranlara diyorum ki; Türkiye bu demokratik olgunluğa ancak bugün ulaşmıştır” açıklamasını yaptı. 22 Şubat’ta 49 general ve subayın “toplu gözaltı”sı yapıldı. 26 Şubat’ta Sabah kısıtlama kararını ihlal ederek “Askeri Savcılık: Balyoz seminer değil darbe planı” haberini yaptı. 27 Şubat’ta İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin, Emniyet Müdürlüğü ve Merkez Komutanlığına “Ben ve yardımcılarım onaylamadığı müddetçe savcıların talimatlarını yerine getirmeyin” yazısını gönderdi.
“Bu taraf”ta;
8 Şubat’ta Deniz Kurmay Albay Berk Erden intihar etti. 10 Şubat’ta Başbuğ “Böyle rezillik olmaz! Yeter artık!” açıklamasını yaptı. 23 Şubat’ta TSK’daki 13 orgeneral ve 2 oramiral toplantı yaptı.
“O taraf”ta;
7 Mart 2010’da Newsweek “Ordu yenildi” analizinde bulundu. 16 Mart’ta Cumhurbaşkanı “Balyoz ciddi bir konu. Her kurum kendi içinde yanlış yapanı ayıracak. Köşk’teki üçlü zirvede ben tavsiyelerde bulundum” dedi.
3-5 Nisan 2010’daki 97 kişilik yakalama kararının ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı “Gözaltına alınması istenen subayların 78’i muvazzaf 25’i amiral ve general... Böyle bir yakalama ve gözaltı kararının yol açacağı sonuçların iyi değerlendirilmesi gerekir” açıklamasını yaptı. 2 savcıyı görevden aldı. 9 Nisan’da Zaman “Balyoz soruşturması durursa hukuk devleti çöker” manşetini attı.
19 Temmuz 2010’da 10. Özel Yetkili Mahkeme iddianameyi kabul etti.
23 Temmuz 2010’da 102 kişilik yakalama kararı çıkarıldı.
30 Ağustos 2010’da YAŞ toplantısında Orgeneral Hasan Iğsız emekli edildi. 102 kişilik yakalama listesinde adı bulunan general, amiral ve albayların terfileri önlendi.
12 Eylül 2010 referandumunda yargı paketi kabul edildi...


***


Özturan’ın noktaladığı yerden sonrası malum:
Yüzlerce Türk subayının darbeci ve terörist olduğuna hükmeden “O taraf” PKK’lıların ise aslında terörist olmadıklarına, 40 bin insanın katlinin “meşru sebeplere” dayandığına karar verdi! Paçavralara özgürlük Türk bayrağına gözaltı uygulaması başlatıldı. PKK’lılar Öcalan’ın evine rahat rahat yüz sürsün diye polis korumalı türbe oluşturulurken, hiçbir yasadışı olaya karışmamış Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları halka açık bir mahkemeyi izleyemesinler diye Silivri’de zemine monteli geçit vermez bariyerler inşa etti.
“Bu taraf” mı?
Bekliyor hâlâ...
Artık neyi ise..


(alıntı)