25 Mart 2011 Cuma

İt İzi At İzine Karışmıştır.




Sevgili DOSTLAR; herkes şunu bilsin ki artık " it izinin at izine karıştığı" ve üzerimize maksatlı olarak çöken ağır bir sis bulutu gibi etrafımızı saran,gerçekleri ve uzağı görmemizi engelleyen bir bilgi kirliliği ve maksatlı yönlendirmelerle dolu birçok suni gündemlerle yoğun bir biçimde saldırı altında beyinlerimiz!Dünün "takunyalı,çember sakallı,Atatürk ve cumhuriyet düşmanı, eli kanlı ,şeriat çığırtkanlar ı; bugün başımızda "ileri demokrasi ve özgürlük" savunuculuğu yapıyorlar.Bu zor şartlarda belki kişisel konforumuz gayet yerinde ,100 sene öncesine göre gayet iyi şartlarda yaşamımızı devam ettiriyoruz fakat aynı şeyi 100 sene önceki insanların sahip olduğu "Milli Bilinç ve Vatan Sevgisi" konusunda söylemek malsef çok zor. Zaten bizi bu konuma getirenlerin asıl hedefleri de budur: Ruhsuz,Milli değer ve yargılarını kaybetmiş,Tektip,Asosyal,Asiyasal,Sürü psikolojisine haiz ve kesinlikle mutlak güce ve paraya tapan itaatkar nesiller yetiştirmek! Bu bağlamda hedeflerine çok yaklaştıklarını söylemek malesef ki mümkündür.Bu hedefi yüzde yüz gerçekleştirdiklerini düşündükleri an işte bittiğimiz andır ki o an ikinci kademeye geçecekler yani ülkemizi göz göre göre bölüp parçalayıp afiyetle mideye indireceklerdir. Bu iktidar sahipleri bu güce tapanlar bu maşalar onlardır ki Yüce Atatürk Gençliğe Hitabe'sinde bizzat bildirmiştir bunları bize. Hatırlayınız ;


Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!



Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927


İşte gördüğünüz gibi tarihin her döneminde her milletin devletin içerisinde meydana gelmiş bu hain potansiyeli ezelden beri işini aralıksız yaptı yapıyor.Bugün bize düşen görev şudur ki : Her ne şartta ve durumda bulunursak bulunalım, bize görsel ve yazılı medya ve yahut bizzat hainlerin işbirlikçilerinin ağzından her ne anlatılırsa anlatılsın,bizim inanacağımız yegane tek yol göstericimiz olan ATATÜRK ve Devrimleri olmalıdır.Ve O'nun eseri ve emaneti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve yükseltmek tek hedefimiz olmalıdır.
Başta da belirttiğim gibi bu hainler biz Türk gençlerini birlik halinde ve bilinçli hareket ettirmemek için ellerinden gelen herşeyi yaparlar.Bizleri şaşırtmak,hedeften saptırmak,aramıza türlü çeşitli nifak tohumları sokarak bizi birbirimize düşürüp bundan faydalanarak bizi 2-3-5-10 parçaya ayırıp etkisiz kılmak için beynimize binbir türlü ideoloji,fraksiyon,öndercikler,fikir babaları sokmaya çalışıyorlar.Her yeni gün yeni bir kukla çıkartıyorlar piyasaya. Bu kuklalar güya onlara muhalif görünmekle beraber aslında el altından onların kontrolünde ve yine onların hizmetinde çalışıyor. Bunların EN büyük olanı BDP tayfasıdır. Bunlar Kürt kardeşlerimizi bize düşman gösterip,bize onları hedef göstermektedir.Dikkatinizi çekmiştir son dönemde o kadar çok BDP kaynaklı kışkırtma,provokasyonlar yapılıyor ki artık iyice ayyuka çıktı. Bizzat millet vekilleriyle bu provokasyonları düzenleyip o bölgelerdeki "cahil,işsiz,umutsuz" insanların gençlerin kanlarına girip,örgütleyip bu insanlardan azılı Türk düşmanı Cumhuriyet düşmanı yaratıyor sokaklara salıyorlar. Bir CIA üretimi olan apo şerefsizini önlerine koymuşlar onun üzerinden bin türlü bölücü siyaset güdüyorlar.Bunların topunun tek bir çıkış noktası vardır arkadaşlar HAİNLİK! Bunlardan ne Kürt halkına ne de Türk halkına hiçbir fayda kesinlikle ve kesinlikle gelmez gelemez.
Toparlamak gerekirse, Gözlerinizi ve kulaklarınızı iyice açın.Etrafınızda dönen kirli oyunları görün,duyun,bilin ve yine bu HAİN kontenjanındaki kimselerin de herzaman var olduğunu ve olacağını da unutmayın. İyilik ve kötülük herzaman iç içe olmuş kavramlardır. Hepimizin içinde hainler olabilir. Bunların farkına varmak için önerdikleri her ne ise şununla sorgulayın : Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğüne ve halkımızın her kesiminin faydasına mıdır değil midir? Atatürk ve onun Devrimleri'ni koruyor ve geliştiriyor mu yoksa bunları yok mu ediyor? Bu sorulara alacağınız cevap sizlere hangi yol üzerinde olduğunuzu göstermeye yardım edecektir umuyorum. Sağlıcakla kalın.
-imnotsuperhero-

5 Mart 2011 Cumartesi

AKŞAM ERKEN İNER MAHPUSHANEYE

AKŞAM ERKEN İNER MAHPUSHANEYE  

  Akşam erken iner mahpushaneye.
  Ejderha olsan kar etmez.
  Ne kavgada ustalığın,
  Ne de çatal yürek civan oluşun.
  Kar etmez, inceden içine dolan,
  Alıp götüren hasrete.

  Akşam erken iner mahpushaneye.
  İner, yedi kol demiri,
  Yedi kapıya.
  Birden, ağlamaklı olur bahçe.
  Karşıda, duvar dibinde,
  Üç dal gece sefası,
  Üç kök hercai menekşe...

  Aynı korkunç sevdadadır
  Gökte bulut, dalda kaysı.
  Başlar  koymağa hapislik.
  Karanlık can sıkıntısı...
  "Kürdün Gelini"ni söyler maltada biri,
  Bense volta'dayım ranza dibinde
  Ve hep olmayacak şeyler kurarım,
  Gülünç, acemi, çocuksu...

  Vurulsam kaybolsam derim,
  Çırılçıplak, bir kavgada,
  Erkekçe olsun isterim,
  Dostluk da, düşmanlık da.
  Hiçbiri olmaz halbuki,
  Geçer süngüler namluya.
  Başlar gece devriyesi jandarmaların...

  Hırsla çakarım kibriti,
  İlk nefeste yarılanır cıgaram,
  Bir duman alırım, dolu,
  Bir duman, kendimi öldüresiye,
  Biliyorum, "sen de mi?" diyeceksin,
  Ama akşam erken  iniyor mahpushaneye.            
  Ve dışarda delikanlı bir bahar,
  Seviyorum seni,
  Çıldırasıya...

                  Ahmed ARİF

3 Mart 2011 Perşembe

Abdullah Gül'ün Şövalyelik Sırları-5

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın resmi açıklamasıdır: 'Abdullah Gül’ü de biz yetiştirdik'

ABD bursu aldı; Milli Kültür Vakfı bursu dediler! 
ABD bursunu 'Milli Kültür Vakfı bursu' adı altında, Abdullah Gül, Şükrü Karatepe ve Fehmi Koru’ya sağlayanlar Sabahattin Zaim ile Nevzat Yalçıntaş idi. Gül, Karatepe ve Koru’ya verdikleri Milli Kültür Vakfı Bursu, gerçekte Amerikan Dışişleri Bakanlığı bursu idi ve bu konu Türk kamuyoundan bugüne kadar gizli tutuldu
Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Eğitim ve Kültürel İşler Bürosu’nun İnternet sitesinde, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Amerikan Dışişleri Bakanlığı bursu ile yetiştirilmiş dünya liderleri arasında gösterildi! 
'The Bureau of Educational and Cultural Affairs (ECA) of the U.S. Department of State' olarak adlandırılan sitede, kurumun, 1961’de Amerika Birleşik Devletleri halkı ve diğer ülkelerden insanlar arasında dostluk, karşılıklı anlayış ve barışçıl ilişkiler geliştirmek için kurulduğu bildiriliyor. Büronun ayrıca ırksal ve etnik azınlıkların temsil edilmesi için faaliyet gösterdiği de ifade ediliyor. Siteyi siz de ziyaret ederek konuyla ilgili yayını inceleyebilirsiniz: Adres şöyle:http://exchanges.state.gov/alumni/prominent-alumni.html. 
Gül ve diğer ünlü mezunlar...
ECA’nın dünya çapında mezun 
sayısının bir milyonun üzerinde olduğu, bunlar arasında Nobel ödülü alan 40 kişi ile eskiler de dahil 300’den fazla devlet ve hükümet başkanı bulunduğu açıklanıyor. 
Sitede, 'Sürdürülebilir ağ oluşturma' başlığı altında 'Amerikan Dışişleri Bakanlığı, eski ve yeni mezunlarının, küresel toplumun oluşumu yolundaki çabalarının en üst düzeye çıkması için daimi destek sunuyor. Tüm dünyada kurulan ağ ile fikirlerini, projelerini ve deneyimlerini paylaşmalarına yardımcı oluyor. 
Ayrıca hedef odaklı yerel projelerin 
uygulanması için dernekler kuruyoruz' deniliyor. 
Sitede, mezunlar ECA mezunu ya da Fullbright mezunu olarak tanıtılıyor. 
Mezunlar arasında Abdullah Gül dışında Tony Blair, Hamid Karzai, Mohamed Yunus Ruth Simmons, Javier Solano, John Updike, Rita Dove, Werner Herzog ve Giscard d’Estaing de sayılıyor.  
'ECA’nın önde gelen mezunları' arasında, Afrika, Doğu Asya, Pasifik, Avrupa, Yakın Doğu, Orta Asya’dan ve Batı ülkelerinden 57 devlet ve hükümet başkanı var. Aralarında Abdullah Gül’ün de ismi bulunuyor. 
Kamuoyundan gizlenen burs
Abdullah Gül, Türkiye’de devlet okullarında okudu. Kendisinin özgeçmişinde açıklanan tek burs, Exeter Üniversitesi’ne yüksek lisans için gönderilirken verilen Milli Kültür Vakfı bursudur. Abdullah Gül, Şükrü Karatepe ve Fehmi Koru’ya bu bursu sağlayanlar ise Sabahattin Zaim ile Nevzat Yalçıntaş idi. Sabahattin Zaim öldü. Yalçıntaş ise bu konuda bir açıklama yapmadı. Gül, Karatepe ve Koru’ya verdikleri Milli Kültür Vakfı bursu, gerçekte Amerikan Dışişleri Bakanlığı bursu idi ve bu konu Türk kamuyoundan bugüne kadar gizli tutuldu. 
Dünyanın en önemli siyasi projesi ve AKP! 
The Independent gazetesinin 29 Temmuz 2008 tarihli sayısında, yani Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davası ile ilgili kararını açıklamasından bir gün önce Daniel Howden, Türkiye’nin AKP dönemindeki AB macerasını 'Dünyanın en önemli siyasi projesi' olarak nitelendirdi, AKP’yi övdü, Türk generallerini suçladı.  
Howden’in ifadesi şöyle: 
'Müslüman, demokratik, laik, mali açıdan istikrarlı ve Avrupa Birliği’ni Orta Doğu’ya bağlayan bir ülke yaratma projesi, Türkiye’yi muhtemelen bugün dünyadaki en önemli siyasi deney haline getiriyor. Ve bu proje çökmenin eşiğinde.
Demokratik olarak seçilmiş, kökenleri siyasi İslâma dayanan bir hükümetin, nüfusunun yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede ortaya çıkması, muazzam bir siyasi toplumsal ve ekonomik ilerlemeye rast geldi. Bu ilerlemenin motoru AB üyeliği ihtimali oldu. Tıpkı zengin ülkelerin oluşturduğu genişlemekte olan bir bloğun tarihi mantığının, Sırbistan’ı savaş suçlularını tutuklamaya zorladığı gibi Türkiye’yi de reform yapmaya itti.' 
İngiliz gazeteciler daha önce de kendi toplumlarını uyarmıştı. 
Financial Times gazetesinde 7 Aralık 2006 tarihinde, Vincent Boland ve Paul Betts, 'Türk Lokumu' başlıklı yorumda 'Geçtiğimiz dört yıl içerisinde AB ve IMF’nin teşvik ettiği reformlar, Türkiye ekonomisinin AB’ye entegrasyonunu  pekiştirdi. Bu da Dexia, Fortis, Citigroup ve BNP Paribas  gibi yabancı yatırımcıların, ekonomik dönüşümden en fazla faydalanan sektör olan bankacılık sektörüne girmelerini  sağladı. Öte yandan yatırım bankaları  İstanbul’da çok ciddi miktarlarda işlem yapıyor' diye yazmışlardı.   
İngiliz gazeteciler, ABD-İngiltere merkezli dev şirketlerin, 'Aman AB sürecini kesmeyin, ’Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaaatine sığınan’bir iktidar sayesinde bakın Türkiye’de ne kadar kârlı bankalar satın aldık. Bu bankalar üzerinden İstanbul’da çok ciddi alımlar yapıyoruz. Ellerindeki bütün serveti alana kadar Türkleri oyalayın' görüşünü seslendiriyordu. 
Cüneyt Ülsever diyorki...İngiliz gazetecilerin ifadelerinden AKP’nin aslında nasıl bir proje olduğunu bütün çıplaklığıyla anlamayan varsa, onlar için Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever devreye giriyor ve diyor ki, 'Şimdi tekrar ilan ediyorum ki, AKP’nin kapatılmaması kararı, ölümü gösterip sıtmaya razı etme formülü ile, kurucu unsurunun Türkler olmadığı yeni bir Türkiye’nin formatlanmasında en büyük merhalenin aşılmasına vesile olmuştur.' 
İndependent gazetesinden Adrian Hamilton 29 Temmuz tarihli yazısında 'İslâm ve Batı münakaşasını atın bir kenara. Türk Hükümeti kaybederse hepimiz mağdur olacağız' diye yazdı.
Neymiş AKP’nin kapatılmaması? 
'Kurucu unsurunun Türkler olmadığı yeni bir Türkiye projesi' imiş! 
Bunu nasıl sağlıyorlar? 
Ülkenin bankalarını yabancılara satarak! 
AKP kaybederse kim kaybedermiş? 
Zengin ülkelerin dev şirketleri! 
Cüneyt Ülsever’in bahsettiği 'Kurucu unsurunun Türkler olmadığı yeni bir Türkiye formatlanması' Türk Milleti’nin egemenlik hakkının ortadan kaldırılma teşebbüsüdür, anayasa suçudur! Türk Milleti’ni Ergenekon’a hapsetme projesinin ana hatları böyleydi. 
 

Gül’ün Oxford Mütevelli Heyeti’nde bir görevi mi var?
Anadolu Ajansı, 13 Mayıs 2009’da üç satırlık bir haber geçti: 'Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Oxford İslâmi Araştırmalar Merkezi Mütevelli Heyeti’nin İstanbul’daki toplantısına katıldı. Dolmabahçe Sarayı’nda basına kapalı gerçekleşen toplantı, yaklaşık 2 saat sürdü.' 
Haber bu kadar! 
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın, İslâm dünyası üzerinde yüzyıllardan beri operasyon yapan bir ülkenin, 1993 yılında kurduğu İslâmi Araştırmalar Ensitüsü’nün Mütevelli Heyeti toplantısına katılmasının sebebi neydi? 
Gül, bu konuda bir açıklama yapmadı.  Böyle bir merkezin mütevelli heyeti toplantısına Türkiye’nin Cumhurbaşkanı niçin katılır? Kendisi de mütevelli heyetinde midir? Başka ülkelerin Cumhurbaşkanları da bu tür toplantılara katılıyor mu?  İngilizlerin 1. Dünya Savaşı öncesi hedefi, Balkanlar, Kafkasya, Önasya (Türkiye) ve Orta Doğu’da oluşturulacak 4 federasyonu, kendi güdümlerindeki bir 'ılımlı halife'ye bağlı olarak 4’lü konfederasyon içinde yönetmek idi. Başaramadılar. Şimdi bu politikayı, Büyük Orta Doğu Projesi adı altında ABD sürdürüyor. İngiltere, İsrail ve Türkiye ABD’ye yardımcı oluyor! 
Zaten bu projeyi güncelleştiren, Türkiye’de benimsenmesi için 1996 yılında İstanbul’da konferans veren, İngiltere ve ABD vatandaşı, İngiltere doğumlu, Yahudi asıllı tarihçi Bernard Lewis’tir. 
Yani bugün de İngiltere, Oxford Üniversitesi’ndeki İslâmi Araştırmalar Merkezi ve Exeter Üniversitesi’ndeki Arap ve İslâmi Araştırmalar Enstitüsü’nün rehberliğinde, İslâm Dünyası üzerinde uygulayacağı strateji ve taktikleri geliştiriyor. 
Aslında Abdullah Gül, Oxford Üniversitesi Mütevelli Heyeti toplantısına ilk defa katılmıyor. Cihan Haber Ajansı’nın 20-21 Temmuz 2006’da geçtiği haberlere göre Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Oxford kentinde o sırada yapımı süren Oxford Üniversitesi İslâmi Araştırmalar Merkezi’nin inşaat halinde olan binasında incelemelerde bulundu. Abdullah Gül, İslâmi Araştırmalar Merkezi’nin Oxford şehir merkezinde yer alan binasında yönetim ve komite üyeleriyle de bir araya geldi. Gül, ertesi gün de Araştırma Merkezi’nin mütevelli heyeti toplantısına katıldı. 
Oxford İslâmi Araştırmalar Merkezi’ni Türkiye’de sevdirmek için de devamlı olumlu haberler üretildi. 
Bu haberlerden birine göre 1993 yılında faaliyete geçen Oxford İslâmi Araştırmalar Merkezi, Bursa’nın İznik ilçesinde üretilen dünyaca ünlü çinilerle baştan aşağı kaplandı. İznik Eğitim ve Öğretim Vakfı Başkanı Işıl Akbaygil, İngiltere’deki Oxford İslâmi Araştırmalar Merkezi için yaptıkları çinilerin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Türkiye adına, araştırma merkezine hediye edildiğini açıkladı. Oxford İslâmi Araştırmalar Merkezi’nden Dr. Muhammed Ekrem Nedvî’nin yıllarca süren araştırmalar sonucu  'İslâm toplumunda kadın alimler' konulu, 40 ciltlik bir eser yazması ile ilgili övgü dolu haber de bu türdendi.  Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, Türk halkına Oxford İslâmi Araştırmalar Merkezi’nin Mütevelli Heyeti toplantılarına niçin katıldığını, bu durumun görevi ile bağdaşıp bağdaşmadığı sorularına hiçbir cevap vermedi. 
 
Avrupa Musevi Kongresi Başkanı Besnainou Erdoğan ve Gül ile neyi görüştü?
İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı’nın Türk Büyükelçisi’ni davet ederek aşağıda oturtması, görüşmede Türk bayrağı bulundurmaması, üstelik İbranice konuşarak, gazetecilere 'Bu fotoğrafı çekin' demesiyle başlayan kriz, Tayyip Erdoğan’a 'İslam Dünyasının Nobeli' denilen Kral Faysal ödülü verileceğinin açıklanması ile aynı güne denk geldi. 
Bu bir tesadüf olabilir miydi? 
Aslında Davos’ta Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın omuzu da dürtülmüştü. Hem de bir gazeteci tarafından. Şimdi ise büyükelçinin şahsında Türkiye ve Türk Milletine hakaret edildi. 
Davos’taki 'one minute' krizinden bir ay önce İsrail’in Jerusalem Post gazetesinde Herb Keinon, 'Üst düzey yetkililer, Erdoğan’ın ülkede yükselen laik muhalefet karşısında meşruiyetini sağlamlaştırmak için yüksek profilli bir uluslararası diplomatik başarıya ihtiyaç duyduğunu söyledi' diye yazmıştı. Bu bilgiyi gazeteci Herb Keinon’a veren İsrail Başbakanı Ehud Olmert idi. Hem de Tayyip Erdoğan ile görüştükten hemen sonra! 
BM Genel Sekreteri Ban-Ki Moon da Erdoğan’a, 'Orta Doğu’da liderliğinize ihtiyaç var' diye sesleniyordu! 
Yine Avrupa Musevi Kongresi Başkanı Besnainou, Türkiye’de Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ile görüştükten sonra 'Erdoğan’ın, İslam dünyasının sözcüsü olması gerekiyor' demişti. 
Ehud Olmert, bakanlarını 'Türkiye aleyhine konuşmayın' diye uyarıyordu! 
Türkiye Başbakanı, İsrail Cumhurbaşkanı’na alenen 'katil' dediği halde susuyorlardı! 
Fakat İsrail’de bu politikayı hazmedemeyenler, ülkenin gururu zedelendi düşüncesiyle Türkiye’den intikam almak istiyordu. Son olarak İsrail hükümetinin Türkleri suçlaması bir şeyler olacağını gösteriyordu. 
Diğer taraftan 'Büyük Orta Doğu Projesi, Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygundur. ABD ile birlikte hareket ediyoruz. Amacımız İslâm ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek. Olumsuz bir tablo çıkarsa İran’a kapılarımızı kapatmak zorunda kalırız' diyen de Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül idi.
Tayyip Erdoğan da aynı projenin eş başkanlığını üstlenmişti. 
Projenin mimarı MOSSAD idi. Türkiye’yi ortadan kaldırmayı, yerine Orta Doğu federasyonu kurmayı öngören ABD-İngiltere-İsrail ortak yapımı Büyük Orta Doğu projesi, Yemen olayında görüldüğü gibi bütün hızıyla uygulamadadır. 
Erdoğan’ın her yıl İstanbul’da topladığı Uluslararası Yatırım Danışma Konseyi üyeleri, daha çok ABD ve İngiltere merkezli şirketlerin başkanlarından oluşuyor ve bunların da çoğu Yahudi’dir. Bu toplantılarda Türkiye’de hangi sektörün kime satılacağına karar verilmektedir! 
Gül, Çankaya köşkünde İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres onuruna verdiği yemekte yaptığı konuşmada da İsrail’in güvenliği ve tanınmış sınırlar içinde yaşama hakkına sahip olmasının, Türkiye’nin Orta Doğu politikasının değişmez önceliklerinden olduğunu söylemiştir. 
Türkiye’nin İsrail ile kapışması, Tayyip Erdoğan’ın bütün İslâm ülkelerinde yıldızlaşmasını sağladı. Hatta 'Mısır’da Mübarek’in karşısında aday olsa Tayyip Erdoğan seçilir!' deniliyor. İşte İsrail ile başlatılan kavganın asıl sebebi bu sonucu elde etmek içindi. BOP eş başkanlığını sürdürmek için bu türde vukuatlara ihtiyaç var! 
Türkiye’yi İslâm’ın Truvası olarak kullanmak, silâhla gerçekleştirilemeyen Büyük Orta Doğu Projesi’nin yumuşatılmış şeklidir! 
-BİTTİ-


Abdullah Gül'ün Şövalyelik Sırları-1









kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=41955

2 Mart 2011 Çarşamba

Abdullah Gül'ün Şövalyelik Sırları-4

Ömrünü Siyonizmle mücadeleye adamış bir siyasi kadronun içinde yetişmişti ama...
Dindar Cumhurbaşkanı Siyonistleri ağırladı! 
Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı olduktan kısa bir süre sonra Siyonist örgütlenmenin en tepesindeki 
kuruluş olan B’nai Brith International’ın başkanı Moishe Smith ve beraberindekileri Çankaya köşkünde kabul etti 
22 Temmuz seçimlerine bir yıl kala iktidar partisi AKP, özellikle ekonomik sebeplerle çok yıpranmış durumdaydı ve yapılan anketlerde 2002 seçimlerindeki oy oranını koruyamayacağı yüzde 30’un altına düşeceği anlaşılıyordu. Yurdun çeşitli illerinde çiftçi mitingleri yapılıyor ve iktidar protesto ediliyordu. Özelleştirmeler büyük tepki çekiyor ve yabancılara toprak satışı ile birlikte yurdun genelinde büyük bir endişeye sebep oluyordu. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Abdullah Gül’ün adaylığı açıklanmadan önce iktidara uyarı niteliğini taşıyan Tandoğan mitingi düzenlendi. Gül’ün adaylığı açıklandıktan sonra ise 367 tartışması Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü. İktidar partisi milletvekilleri, daha önceki seçimlerde birinci ve ikinci turda toplantı yeter sayısı olarak 367’nin aranmadığını iddia ediyordu. Oysa Özal ve Demirel’in seçimlerinde birinci ve ikinci turlara 367’den fazla milletvekili katılmıştı. O dönemde, diğer partiler, Cumhurbaşkanı seçimine katılmamak gibi bir yönteme başvurmamıştı. 

27 Nisan gecesi...
Anayasa Mahkemesi karar vermeden hemen önce 27 Nisan gecesi, Genelkurmay Başkanlığı İnternet sitesinde sanal muhtıra denilen metin yayınlandı. 
Genelkurmay, 'Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün ’Ne mutlu Türk’üm diyene’anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır' diyordu. Muhtıranın bir bölümünde bazı illerdeki okullarda yapılan kutlu doğum haftası törenlerinde kız öğrencilere giydirilen kıyafetler eleştiriliyordu. Bu durum, halk arasında Hıristiyanların peygamberinin doğum gününde, yani yeni yıl kutlamalarındaki eğlencelerle kıyaslanıyor, sessiz ve derinden bir propaganda bütün yurtta etkili oluyordu.
Muhtıradan hemen sonra Çağlayan mitingi düzenlendi. Bu arada Anayasa Mahkemesi, birinci ve ikinci turda 367 milletvekili katılımının aranacağına karar verdi. Erkan Mumcu liderliğindeki Anavatan grubunun, YÖK Başkanı’na saldırı girişimi diye duyurulan haberden sonra seçime girmemesi, DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ın da buna destek vermesi sonucu iktidar 367’yi bulamadı. Seçim öncesinden başlayan, Cumhuriyet gazetesine saldırı, Danıştay baskını, Hırant Dink cinayeti gibi olaylar Türkiye’yi zaten germişti. İktidar bu olayların 'derin devlet' tarafından yaptırıldığını söylüyor, ulusalcıları ve milliyetçileri suçluyordu. Olayların perde arkası aydınlanamamakla birlikte, muhafazakar olduğunu iddia eden bütün yayın organlarında, bu olayların derin devlet tarafından düzenlenmiş ve Tayyip Erdoğan veya sonradan Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını önlemeye dönük provokasyonlar olduğu iddiası yayılmıştı. Çağlayan ve İzmir mitinglerinin, katılımcılar tarafından solda ve sağda birleşme taleplerinin dile getirilme zemini haline dönüştürülmesi, mitingi düzenleyen tertip komitesindeki Türkan Saylan’ın muhafazakâr kitlelerin tasvip etmediği bir kişi olması, her ne kadar milli tavırlar sergilese de Nur Serter’in üniversite kapısında başörtülü genç kızları ikna odasına alan bir imaj sahibi olması gibi sebepler, mitinge, ABD ve AB emperyalizmine karşı çıkmak için gidenlerin çabalarını da baltaladı.. Mitingler, özgürlüklerini tehdit altında hisseden kadınların başkaldırısı olarak nitelendirildi ve şeriat aleyhine sloganlar atıldı. Oysa şeriat, Anadolu’da İslâm ile eş anlamlı kabul edilen bir kelimeydi. 
Bütün bunlar CHP’den ziyade AKP’yi besliyordu. Tayyip Erdoğan, bilinçli olarak gerginlik stratejisi takip ediyor, geleneksel olarak CHP karşısında bulunan ve CHP’ye oy vermesi mümkün olmayan yüzde 60’lık sağ kitlelerin tamamına hitap ederek, oylarını artırmaya başlıyordu. CHP de bu sayede oylarını koruyordu. 

Mağdur politikası... 
'Birleşin' sloganlarına uyan Deniz Baykal ve Zeki Sezer, Gündoğdu mitinginde bir türlü biraraya getirilemedi. Kanaltürk’ün sahibi Tuncay Özkan’ın başlattığı ilk mitingler, sonunda Atatürkçü Düşünce Derneği’nin katkısıyla Cumhuriyet mitinglerine dönüştü. Fakat bu arada, Nokta dergisinin ortaya çıkardığı andıçların, AKP’ye yönelik darbe girişimini ihtiva etmesi de gerginliği yükseltiyor, bu durum da AKP’nin mağdur psikolojisini kullanmasına, Cumhuriyet mitinglerinin aleyhinde propaganda yapmasına zemin hazırlıyordu. Üç mitingde milyonlarca insan, bir araya gelmişti ama mitingleri düzenleyenler ve katılan sanatçıların tamamının sol kültürden gelmesi, muhafazakâr kitleleri biraz daha biledi. Diğer taraftan MHP, bu üç mitinge kurumsal olarak destek vermedi. Zaten iktidar, TSK, YÖK ve Yüksek Mahkemeler ile kavgalı bir görüntü sergiliyor ve türban meselesini bu engeller yüzünden çözemediği fikrini yayıyordu. 
Abdullah Gül’e karşı TSK, YÖK, Anayasa Mahkemesi ve CHP’nin tavır koymuş olmasını, AKP, 'Dindar bir Cumhurbaşkanı istemiyorlar' propagandası ile karşıladı ve Abdullah Gül üzerinden AKP mağdur edebiyatı yapmaya başladı. Dindar Cumhurbaşkanı söylemi Bülent Arınç’a aitti. 
Derken gazetelerde, Abdullah Gül’ün babasının sakallı fotoğrafı yayınlanıyor, 'Dindar Cumhurbaşkanı istemediler' propagandasına medya desteği veriliyordu. 

Cami avlusunda protestolar
Seçim kararı alındıktan sonra terör olayları artarak sürünce şehit cenazelerinde AKP protesto ediliyor, Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül İzmir'de, TBMM Başkanı Bülent Arınç Manisa’da cami avlusunda yuhalanıyordu. Tayyip Erdoğan, bu tepkilerde bozkurt işareti kullanılması üzerine ülkücüleri, Türkiye Kamu-Sen’i ve MHP’yi suçluyordu. 
Bu arada AKP medyası ve artık histerik bir şekilde AKP’yi ve hatta Tayyip Erdoğan’ın eş başkanı olduğu Büyük Orta Doğu Projesi’ni savunan bazı yazarlar, PKK terörünün artmasını da derin devletin, dolayısıyla TSK’nın işi olarak gösteriyor ve hedefin AKP’ye seçimi kaybettirmek olduğunu işliyordu. 
Seçime kısa bir süre kala, ABD’de yapılan bir düşünce kuruluşu toplantısına katılan Genelkurmay’ın düşünce kuruluşu temsilcilerinden birinin, 'PKK liderlerini yakalayıp seçimden önce teslim ederseniz, bu durum AKP’nin işine yarar' dediği iddiasının Henry Barkey tarafından Türk gazeteci Yasemin Çongar’a sızdırılması, haberin bomba gibi patlaması, TSK aleyhindeki AKP propagandasını kuvvetlendiriyordu. Genelkurmay Başkanı’nın sık sık Kuzey Irak’a operasyon yapılması gereğinden bahsetmesi de AKP’yi seçim öncesi köşeye sıkıştırma çabası olarak propaganda ediliyordu. 
Bütün bunlar hem Gül’ün hem de bütünüyle AKP’nin mağdur edebiyatı yapmasına zemin oluşturuyor ve Çankaya yolunu açıyordu. 

Ve Siyonistler Çankaya’da!Abdullah Gül, ömrünü Siyonizmle mücadeleye adamış bir siyasi kadronun içinde yetişip Cumhurbaşkanı olduktan kısa bir süre sonra Siyonist örgütlenmenin en tepesindeki kuruluş olan B’nai Brith International’ın başkanı Moishe Smith ve beraberindekileri Çankaya köşkünde kabul etti.  
İşte Abdullah Gül’ün siyasi yolculuğunun kendisini getirdiği yer burasıydı!  
Milli Gazete’nin verdiği bilgiye göre bu kuruluşun Asya-Afrika üzerindeki büroları, Mısır’ın başkenti Kahire ile İstanbul’da bulunuyor. Örgüt, özellikle İslâm ülkelerinde 'B’nai B’rith' ismi altında faaliyet gösteremediğinden, daha çok paravan isimler altında kurduğu derneklerle faaliyetlerini yürütüyor.



Erbakan ceza aldı, Gül Çankaya’ya çıktı!..18 Haziran 2008’de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 'Kayıp Trilyon' davasında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında, 'Mevcut anayasal sistem gereğince, iddia olunan eylemlerin kanıt ve unsurları tartışılmaksızın, yasal imkansızlık nedeniyle soruşturma yapılmasına gerek olmadığına' karar verdi. Yasal imkansızlık olarak Cumhurbaşkanının ancak vatana ihanet gerekçesiyle ve Meclis kararı ile suçlanabileceği belirtildi.  Kayıp Trilyon’davasında birinci sanık Prof. Dr. Necmettin Erbakan hapse mahkum oldu ve cezasını evde çekti. Siyasi yasaklı oldu, para 12 trilyon olarak tahsil edilmeye başlandı. Yani Erbakan D-8 adlı ititfakı kurmaya çalıştığı için cezalandırıldı. Aynı suçtan sanık olan Abdullah Gül hakkında ise soruşturma açılamadı. Erbakan ve Gül aynı suçtan dolayı suçlandı. Birisine siyaset yasağı getirildi, seçime sokulmadı, diğeri ise Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı oldu! 

Yeni Osmanlıcılık Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül!
2003 yılında ABD’nin İstinye’deki başkonsolosluğunda, isimleri belli 10 gazeteciye; 'Yeni Osmanlıcılık' başlığı altında, 'Türkiye ile ABD’nin ortak çıkarlarının nerede olduğuna' dair özel bir seminer verilmişti. Hatta, bazı gazetecilerin, birkaç gün ortadan kaybolması da buna bağlanmış ve 'Bu isimlerin önümüzdeki dönemde; Türkiye’nin ’milli’çıkarları ile ABD’nin ’milli’çıkarlarını ’Osmanlıcılık’maskesi altında birleştirecekleri' ifade edilmişti. 
ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu’nda Siyasi İşler Bürosu sorumlusu Stephen C. Kimmel’in çok önceden bazı yazarlara çengel attığı ve Beyoğlu’nda bir lokantada sık sık bir araya geldikleri biliniyordu. 
O dönemde MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, gazetelerin Ankara temsilcilerine bir yemek verdi ve 'Aranızda bazı arkadaşların yabancı istihbarat servisi elemanları ile görüştüğünü biliyoruz' dedi. 
Sesar adlı İnternet sitesinde ise 'İstanbul saldırılarından bir hafta önce ABD Büyükelçiliği’ndeki çalışma seansına davet edilen 28 gazeteci ile önümüzdeki dönemde gerçekleşmesi olası terör dalgasının nasıl karşılanması gerektiği yolunda görüş alışverişinde bulunulmuştur' ifadesi kullanılmıştı. 
Serdar Kuru imzalı yazıda daha ilginç bir bilgi veriliyordu: 'Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 1996 yılı Çalışma Raporu’nun 36. maddesinde de, Kimmel’in adı geçiyor. Çalışma Raporu’nun 36. maddesi aynen şöyle: 27.06.1996 tarihinde saat 14.30’da ABD İstanbul Konsolosu Stephen C. Kimmel Belediyemizi ziyaret etmiş ve Dış İlişkiler Müdürü Mehmet Duman ile Türkiye’deki son gelişmeler konusunda görüş alışverişinde bulunmuşlardır.'  
Erdoğan, son 10 yıldır, Türk kimliği yerine Türkiyelilik propagandası yaptı. Abdullah Gül de başbakanken, 20 bin dolara vatandaşlık satma projesi geliştirmişti! 
Cumhurbaşkanı adaylığı üzerinde fırtınalar koparılan Abdullah Gül, bir seminerde yaptığı konuşmada 'Milliyetçilik öyle olmuş ki, Türkçülük şeklinde alınmış ve bu ister istemez aksini de bazı insanların aklına getirmiştir. Mesela bunları açık söylemek zorundayım, ’Ne mutlu Türk’üm diyene’lafını tutup her yere yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür. Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden, en büyük tahribatı vermiş olan sistemin ilkelerinden biri de laiklik ilkesidir.
İkinci Cumhuriyet, yeni Osmanlıcılık kavramlarının ve bu tartışmaların ortaya gelmesini ben çok sağlıklı görüyorum ve geleceğe çok ümitle bakıyorum' demişti. 
İşte Türkiye’yi yöneten kadronun felsefesi buydu. 







kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=41955