29 Kasım 2012 Perşembe

Muhteşem Yüzyıl Muhteşem Cehalet


Bu toplumun hemen hiçbir degeri kalmadi: Tek deger, kisilerin ve/veya
gruplarin hak etmedikleri seylere uzanmak için olabilen her yolu
denemesinin en makbul marifet sayilmasidir.


Türkiye rüsvet ve hirsizlikta Avrupa birincisi, dünya dördüncüsüdür.
Dünya ülkeleri arasinda cahillik düzeyiyle en ön saflarda yer aliyor,
dünya üniversiteleri arasinda adi anilabilecek ilk 500 arasinda hiçbir
üniversitesi yoktur.


Basta Cumhurbaskani ve Basbakan olmak üzere devleti yönetenlerin
hakkinda bulunan suç dosyalari nedeniyle dünya birincisidir (Kemal
Baytas, Sözcü 13 Subat 2011).


Içeri atilan gazetecilerin sayisiyla dile gelen aykiri fikre
tahammülde, nihayet Iran ve Çin'in bile gerisine düserek sondan
birinciligi kapti.


Gün geçmiyor ki irzina geçilen kadin, cinsiyet nedeniyle veya töre
denen ahlaksizliklar yüzünden öldürülen kiz ve kadin haberleri
gazetelerimizde, televizyonlarimizda yer almasin.


En son ögrencilerimizi hatta devlete ait kurumlar ve devletin
memurlari eliyle harcamak, onlarin hayatlarini karartmak siradan olay
oldu, bunlari yapan ve kötü niyetleri artik her gün dile gelen akil ve
beceri fakirleri devletin ve hükümetin güvencesi altina alindi.


MHP Grup Baskanvekili Oktay Vural Bey bu konuda devlet
görevlilerinin<> sözlerinde suç ortakliginin dile
geldigini televizyonlardan haykirdi.


Tüm bunlar ne zaman oluyor? Muhafazakâr degerlerimizin sahlandigi,
Atatürk'ün getirdigi akilciliktan hizla uzaklastigimiz bir
dönemde;Türkiye halki tamamen keçileri kaçirdi mi, yoksa bu
ahlaksizliklar zümresi onun gerçek degerlerini mi yansitiyor?


Bence ne biri ne digeri. Halk o kadar cahillesti ki, yaptigi seylerin
veya kendisine yapilanlarin çogunun ahlaksizlik oldugunu, bu
ahlaksizliklarin er veya geç kendisini zarara ugratacagini,
çoluk-çocugunu süründürecegini göremez hale geldi, safsatayla
uyutulmayi tercih eder oldu.


Türkiye halki kravat takar, lüks otomobillerde dolasir, bikinili
hatunlari sosyetik plajlari doldurur veya sehirlerini sekilsiz
gökdelenlerle doldurup oralari <> ederek yasanmaz hale
getirir, ama tüm bu halk zenginiyle fakiriyle, sehirlisiyle köylüsüyle
zir cahildir. Kendi tarihinden habersizdir. Aslinda ne dilini, ne
dinini bilir, negeleneklerini tanir, ne de toplumsal degerlerinin
evriminden haberdardir.


Muhtesem Yüzyil diye televizyonlarda alkisladigi dönemde, devletinde
Amerika'dan gelen gümüsün ilk enflâsyonu baslattigini bilmez (çünkü
Avrupali <> dünyayi kesfederken, muhtesem [!] padisahlari
hareminde gönül eglendirmekte, dünyayi ögrenelim diyen Pirî Reis'in
kafasini vurdurmaktadir).


Muhtesem (!) yüzyilda Anadolu'da medrese o kadar ayaga düsmüstür ki,
ögrenci haydutluga baslamistir (buna softa sekâveti denir).


Avrupa'da ilk yenilgimizi Muhtesem (!) Süleyman devrinde aldigimiz
gibi (I.Viyana bozgunu: 1529), Hint Okyanusuna her çikisimizda mini
mini Portekiz'den sopayi yiyip Kizildeniz'e veya Basra Körfezi'ne
tikilisimiz da bu büyük (!) padisah efendimizin devrindedir. Gene onun
zamaninda dünya kesfedilirken, Hint Okyanusu'na kadirga denen
sandallarla açilan ve 1554'te Hindistan'da karaya vuran büyük (!) bir
amiralimiz, yürüyerek üç senede Hindistan'dan Edirne'ye gelmis ve
meshur bir kitap (Mirât-ül Memâlik) yazmisti.


El alemin dünyayi ögrendigi bu dönemde Seydî Ali Reis gazel söyleyip,
eglence partilerini anlatmaktan baska tek bir detayli cografya bilgisi
toplamayi gerekli bulmamisti.


Büyük (!) Sultanimiz Süleyman'in Fransa krali I. François'yi hapisten
bir mektupla kurtardigini okurduk mektepte. O François'nin kurdugu
Collège de France bugün dünyanin en önemli arastirma kurumlarindan
biridir. Bizimkinin hangi kurumu ayakta kaldi? Hangi kurumunun
insanliga bes paralik bir faydasi oldu? Tek becerdigi kalici sey, akli
basinda öz oglu Sehzade Mustafa'yi Hürrem ugruna katlettirip, devleti
bir ayyasa teslim ederek halkinin gelecegini karartmak oldu.


Artik yeter! Bu ve benzeri rezillikleri yalanlarla bezeyip yücelten,
buna karsilik bize bütün dünyada sayginlik kazandiran, aklimizi
kullanip onurlu insanlar olmamizi saglayan Atatürk'ü asagilayan âlim
pozlu, ukala tavirli zir cahilleri her gün halkin karsisina diken
televizyon kanallarindan ve gazetelerden gina geldi. Yükselen
ahlaksizlik grafigimiz kimin eseridir saniyorsunuz? Cehalet tüm
fenaliklarin anasidir. Biz de o anayi besleyip duruyor, onun
tosuncuklarina oylar veriyoruz. Artik yeter! Memleketimde her elimi
attigim yerde cehalet çirkefine bulasmaktan biktim.



Celal Sengör, Bilim Teknoloji (Cumhuriyet) sayi:1258

21 Kasım 2012 Çarşamba

Muharrem Ayı ve Alevilik-3

MUHARREM SOHBETLERİ-3/ Kerbela haksızlığa uğrayanların sesidir PDFYazdırE-posta
MUHARREM SOHBETLERİ-3/ ‘Kerbela haksızlığa uğrayanların sesidir’

Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Selahattin Özel “Muharrem Orucu”nu anlatıyor...

 
NECDET SARAÇ/ ALİ YILDIRIM- Muharrem ayı, Aleviler için matem ayıdır. Aleviler her muharrem ayında 14 masum-u pak için 3 gün, Kerbela’da İmam Hüseyin ile birlikte şehit edilen 71 can için de 12 günlük matem orucu tutarlar.

Bu oruçta gösteriş olmaz, şamata yapılmaz, zengin sofralar kurulmaz, eğlence düzenlenmez, kahkaha ile gülünmez, bıçakla soğan dahi kesilmez. Orucumuzun en önemli pratiklerinden biri, suyun kesinlikle içilmemesidir. Aleviler bu ayda mersiye okuyarak, keyif verici her tür şeyden uzaklaşarak, Hz. Hüseyin ve yol arkadaşları için gözyaşı dökerek Kerbela acısını her Muharrem ayında yaşarlar. 

Bunun anlamı şudur: Aleviler, bu oruçla Kerbela olayının üzerinden yüzlerce yıl geçmesine rağmen her seferinde bir tercih yaparlar; bu tercih zalime karşı ezilenin yanında olmak, mazlumları, haksızlığa uğrayanları anlamak, onların sesi olmak ve zalimliğe karşı direnmektir. Kerbela, bize bu bilinci ve duyguyu verir. Bu yüzdendir ki, Aleviler, sadece Kerbela’da değil, şekillendiği coğrafya öncelikli olmak üzere tüm dünyada kim haksızlığa uğramışsa ayrım gözetmeksizin onun yanında yer almayı bir vicdani görev saymıştır. Çünkü, Ehlibeyt, Hz. Muhammed’in bize emanetidir, Hz. Hüseyin mazlumluğun ve direnişin, Yezit de zalimliğin sembolüdür. Matem orucuyla Aleviler, öbür dünyadaki cennete ulaşmaktan ziyade Hz. Hüseyin’in bize bıraktığı değerleri yaşatmayı esas alır. GÖSTERİŞTEN UZAK DURUYORUZ12 İmam orucu, Aleviler açısından en temel olan; dolayısıyla onu var eden inanç pratiklerinden biridir. Bu nedenle, Aleviliğe müdahalelerde bulunmak isteyen çevreler, 12 İmam orucunu yozlaştırmaya, anlamını zaafa uğratmaya çalışmaktadırlar. Özellikle AKP Hükümeti’nin bu konuda agresif müdahaleleri olmuş, hatta adına Alevi açılımı denilen süreç, Ocak 2008’de 5 yıldızlı Bilkent Otel’de verilen ve “Alevi iftarı” olduğu söylenen yemekle başlamıştır.

Böylece Ramazan iftarlarına benzetilmek istenen 12 İmam orucuna şimdi de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın müftülük teşkilatları müdahalelerde bulunmaktadır. Özellikle son iki yılda yoğunlaşan uygulamayla, müftüler, ticaret ve sanayi odaları, AKP teşkilatları Muharrem iftarı yaptıklarını söylemektedirler.

AKP, daha da ileri giderek kurdurduğu yapay Alevi örgütleri aracılığı ile de 12 İmam orucunun temel ritüel ve ilkelerine aykırı uygulamalar yapmaktadır. Böylece, matem orucu yozlaştırılarak Alevilik de asimile edilmek istenmektedir. Aleviler ve onların örgütleri, Aleviliğin içini boşaltarak başkalaştırmak isteyen çevrelere karşı yeterli bilince sahiptir. Bu nedenle Türkiye’de yaygın Alevi örgütlenmesine sahip olan Alevi Bektaşi Federasyonu’muza bağlı kurumların cemevlerinde veya dernek şubelerinde bir araya gelen Aleviler, gösterişten, lüksten uzak bir şekilde Kerbela şehitlerini anmakta ve kutsal değerlerini yaşatmaktadır.


KİTAPLAR OKUNUR, MERSİYELER SÖYLENİR...DEDE, Hüseyin Dedekargınoğlu oruç günlerinde neler yapıldığını şöyle anlatıyor… Oruç günleri süresince evlerde Fuzuli’nin Ermişlerin Bahçesi (Hadikat üs -Süeda), Kerbela Şehitlerinin Destanı, Kumru (Kenzül- Mesaip) ve Hüsniye gibi Kerbela olayını anlatan kitaplar okunur. Bu kitaplardaki mersiyelerin çoğu ezberlenir, mersiyeleri ezbere bilenler, kitaplardaki bazı beyitleri hikâye şeklinde uzun uzun anlatırlar. Eski dönemlerde, özellikle köylerde yaşlılar ya eski yazıyı bilirler, ya
da hiç okuma yazma bilmezlerdi. Bugünkü Latin harfleri ile okuyan kişi sayısı da pek fazla değildi. O zaman ilkokul 4. veya 5. sınıf öğrencileri çağırılır ve kitaplar onlara okutulurdu. Bazen bizler çok uzun okumalardan sıkılıp belli yerlerde 1-2 sayfa atlayıp kitabı çabuk bitirmek istediğimizde
ise kitabı ezbere bilenler “o bölümde şu ifadeler var, galiba orasını atladın” diye hemen müdahale ederlerdi… 

Aleviler İmam Hüseyin ve diğer Kerbela şehitleri için ağlayıp gözyaşı dökerek onların çektikleri acıyı ve zorlukları beyninde, kalbinde ve gönlünde duyarlar. Emevi hükümdarı Yezit ve yandaşlarına lanet okurlar. Aleviler için İmam Hüseyin’in yanında olmak, zalime karşı çıkıp mazlumdan yana olmaktır…


ALEVİLİKTE ‘DEDE’ KİMDİR?DEDE, Alevi toplumunun inançsal önderidir. Her Alevinin bir dedesi vardır. Dede, talipleri eğiten, yol gösterendir. İnanç anlamında her talibin davranışlarından dede sorumludur. Dede aynı zamanda taliplerin bütün düşünsel, manevi sorunlarına çözüm, sorularına cevap getiren kişidir.

Dedelik ise kendine has bir iç yapısı, hiyerarşisi olan bir kurumdur. Örneğin, her dedenin de bir dedesi (mürşidi) vardır. Yani, bu anlamda her dede ayni zamanda başka bir dedenin talibidir. Nasıl ki talip bir yanlışa düştüğünde ya da hata yaptığında dedesine sığınıyorsa, ayni şekilde dede de talibi olduğu dedesine (mürşidine) sığınır. Böylece halkalar gibi birbirine bağımlı özgün bir denetim mekanizması da kurulmuş olur…


KAVRAM: ÜÇLER, BEŞLER, YEDİLER…ALEVİ inancında “üçler, beşler, yediler” kavramı kimler için kullanılır?

Alevi inancında “üçler”; Hak, Muhammed ve Ali’dir.

“Beşler” denilince üçlere, Hasan ve Hüseyin ilave edilir.

“Yediler” denilince ise, peygamberin eşi Hatice ve kızı Fatıma beşlere eklenir.


Benzemez
Yaptığımız Kabedir
Yıktığımız kilise
Şu bizim seyranımız
Bir seyrana benzemez
Süleyman'lar içinde
Ali bir Süleyman'dır
Süleyman'lar bildiler
Bir Süleyman'a benzemez
Abdesttimiz katlanmak
Namazımız sabretmek
Biz bir oruç tutarız
Ramazana benzemez
Kitabımız da kıl var
Dağlar kadar görünür
Biz bir ayet okuruz
Bir Kur'an'a benzemez
Kul Nesimi sen seni
Mana bilir söylersin
Biz bir deniz geçeriz
Bir ummana benzemez
           
               Kul Nesimi

Muharrem Ayı ve Alevilik-2

MUHARREM SOHBETLERİ II Ele bıçak alınmaz, can incitilmez!PDFYazdırE-posta
MUHARREM SOHBETLERİ – II – Ele bıçak alınmaz, can incitilmez!

Güneş batınca orucumuzu açarız!

 
Alevi Dedesi Hüseyin Dedekargınoğlu nasıl oruç tutulduğunu ve oruç döneminde neler yapıldığını şöyle anlatıyor… 
Benim doğup büyüdüğüm ve çocukluğumun geçtiği Büyükcamili Köyü Çorum’un Alaca İlçesine bağlı bir Alevi Türkmen köyüdür. Günümüzden yaklaşık elli yıl kadar önce muharrem ayında yaşananlardan bahsetmek istiyorum: Muharrem ayı yaklaşırken köy halkını bir telaş alır ve muharremin hazırlıkları da başlardı. Muharrem ayına denk gelebilecek şekilde kesinlikle düğün, nişan, sünnet olmazdı. Çünkü bu ay tam anlamıyla bir yas dönemiydi. Yas olunca günlük yaşamda da bir takım kurallar uygulanırdı. Eğlence olmayan bu ayda, hiçbir canlıya kıyılmadığı için, kurban dahi kesilmez. Et yenmez, içinde canlı embriyo olduğu için yumurtada yenmez, sofralarda bıçak bulundurulmaz. Zevk ve sefa içerisinde bulunulmaz. Saç ve sakal tıraşı olunmaz. 


Muharrem Orucu Arabî aylardan ilk ay olan Muharrem ayının birinci günü başlardı. Ancak bazı yerlerde üç gün önceden de oruca başlayanlar oluyordu. Bu üç günlük oruç Masum-Paklar, Müslim Akıyl ve Hür Şehit için tutulan oruçtur. 
Oruç açımında yenilen yemeklerin yanında dahi su içilmez ancak vücudun su ihtiyacı hoşaf, komposto, ayran, çay ve kahve gibi sulu içeceklerden karşılanır… Özellikle Muharremin yedinci gününden itibaren orucun dozu daha da artar. Genç olanlar Kerbela’da susuzluğun tam başladığı gün olan yedinci günü akşamı oruç açmayı yedi üzüm tanesi ile yapar, gece yemek bile yemeden ertesi akşam oruç açmaya kadar orucunu devam ettirir. Buna “uğundurma” denir.

Alevilerde oruç açma Sünnilerin Ramazan ayında tuttukları oruç gibi iftar saati gelince her şeyi imsak saatine kadar rahatlıkla yemek ve içmek şeklinde değildir. Yani belirlenmiş bir iftar vakti yoktur. Oruç açarken top sesi, ezan sesi gibi işaretler beklemezler. Güneş batınca oruçlarını açarlar.

Muharremin yedinci günü, ki bu gün Kerbela’da İmam Hüseyin ve yanındakilerin sularının tamamen tükendiği, Fırat nehrine ulaşmanın imkânsız olduğu yani tam anlamıyla susuzluğun başladığı gündür. İşte bu yedinci günde talipler oruç açma saatlerine yakın bir vakitte köyde bulunan bir Dede ailesinin evine gelerek bir kap ile su alırlar. Gelirken elleri boş olarak gelmez, hangi kap ile su alacaksa o kabın içine imkânları dâhilinde yiyecek, içecek cinsinden bir şeyler koyarak onu dede evine bırakır. Getirdiği kabı da su ile doldurup, dedenin duasını da alarak evine götürür. Evde bulananlar akşam orucunu o suyla açardı...  

* * *

YASAKLAR

“Yasaklarla” ilgili İç Anadolu Bölgesi Alevilerinde orucun son dört günü için şöyle bir söylem vardır: 
Dokuz, don. (Elbise / giysi değiştir)
On, yun. (Banyo yap)
Onbir, traş. (Sakal traşı)
Oniki, aş. (Aşure pişirilmesi)

* * *
 
KAVRAM: BIÇAK VE CANLIYI KESMEK!


Muharrem ayı boyunca, Alevilerde ele bıçak alınmaz, bir canlının canı incitilmez, su içilmez. O ayda köylünün bir hayvanı hastalansa onu kesmez ölürse mundar ölür. Muharrem ayında ağaç bile budanmaz.

Bu konuda araştırmacı Rıza Aydın bir anısını şöyle anlatıyor: “1985 ya da 1986 yılıydı, köyde kalıyordum. Karşımızdaki (Sivas) Alaçayır köyünden kirvelerimizin ağaçlarını budayıp dikme dikecektik. Köydeki gençleri toplayıp gidip ağaçları budadık, traktöre yükleyip Alaçayır’a geldik. Köylüler bize bir garip, bir soğuk bakıyorlardı, kendi kendime ne oldu acaba diye düşünüyordum ki Şıh Baba yanımıza geldi. Şıh Yanımıza gelince eline vardık, Şıh Baba bana döndü ağlamaklı hiddetli bir sesle “Yahu Rızam” dedi ellerini göğe doğru açarak “şu yaptığını beğendin mi, bunu senden ummazdık, bu hiç sana yakışıyor mu” dedi ve Traktörde yüklü olan dikmeleri gösterdi. Ben şaşkınlık içinde “bunlara ne olmuş ki kirvenin haberi var” dedim. Şıh Baba “ben sana Kirvenin haberi yok demedim ki, istersen bütün köyün ağaçlarını götür, bunu senin yüzüne mi geliriz, sen bir kez düşün: Bu ay, hangi ay? Bu ay Muharrem ayı, bu ayda hiçbir canlının canına kıyılır mı, bu ağaçların canı yok muydu, hiç mi insafa gelmediniz, hiç mi düşünmediniz bunu nasıl yaptınız” dedi. Şıh Babanın gözünden yaşlar geliyordu, etrafımızda toplanan köylüler bize bakıyordu, bende ağlamaya başladım.  Hayatımda aldığım bu muharrem dersini hiç unutamam…


* * *

Soru-Cevap: 

Oruç açımından sonra ne yapılır?

Geleneksel olarak Muharrem ayı süresince akşamları oruç açıldıktan sonra evlerde toplanılır. Bu toplanma şekli bugün, özellikle kentlerde cem evlerinde icra edilmektedir. Bilenler oradakilere “Kerbela Vakası”nı anlatılır yada bu konuda kitaplardan okunur. Hz. Hüseyin’e mersiyeler söylenir... 

* * *
Caferiler ve Arap Alevilerinde oruç geleneği?

Anadolu’nun değişik bölgelerinde ve Balkanlarda yaşayan Alevi guruplarının tuttuğu Muharrem Orucu, Caferiler ve Arap Alevileri içinde bazı farklılıklar bulunmaktadır.

Caferiler; Hz. Hüseyin'in şehit edildiği 10 Muharrem gününe kadar oruç tuttuktan sonra 10 Muharrem günü dövünürler. Vücutlarına zincirlerle vurarak, bazı yerlerini keserek kan akıtırlar.  Caferiler orucu “bir gönül ve aşk işi olarak görürler ve kalbinde bu aşkın ateşini yakan bir kimse, değil on-on iki gün gam, keder ve üzüntülü olmak, belki bir ömür hüzünlü olmalı, gülmeyi unutmalıdır” derler.

Anadolu’da yaşayan Arap Alevileri ise, Ramazan ayında 30 gün oruç tutarlar ama Muharrem ayında oruç tutmazlar. Ancak, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edildiği 10 Muharrem günü, Oniki İmamlar için dua edip, Hz. Muhammed Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’e selavat getirirler ve kurban kesip, hırısi pişirerek adak dağıtılır.

Bulgaristan’da yaşayan Bektaşi gruplarca 12 gün oruç tutarlar ve oruç pratikleri Anadolu Aleviliği ile ortaklık göstermektedir. Oruç süresince saza ve tarik çubuğuna dokunulmamakta, aşure 12. gün yapılmaktadır.

Arnavut Bektaşilerinde Muharrem ayında 10 gün oruç tutulmakta 10.gün tutulan oruç o gün yapılan aşure ile açılmaktadır. Oruç ile ilgili pratikler Anadolu Aleviliği ile ortaklık göstermektedir. Farklı bir uygulama olarak Muharremin yedisinde Hz. Hüseyin için helva kavrulmaktadır.

Anadolu Alevilerince ramazan ayında genel olarak oruç tutulmamakla birlikte, kimi gruplarınca Ramazan ayında yalnızca 19, 20 ve 21. günleri yas günü olarak kabul dilip oruç tutulmaktadır. Bu duruma gerekçe olarak da Hz. Ali’nin Ramazan ayının 19’unda yaralandıktan sonra 21’inde Hakk’a yürümüş olması gösterilmektedir.

Anadolu Alevileri açısından asıl olan Muharrem ayında 12 gün süreyle tutulan oruçtur. Muharrem orucunun öncesinde bazı yol mensuplarınca 3 gün de karşılama adı verilen oruç tutulmaktadır ki bu orucun Hz. Hüseyin’in elçi olarak Kufe’ye gönderdiği ve Yezit kuvvetlerince şehit edilen amcazadesi Müslim Akil ve iki oğlu için tutulduğu ifade edilmektedir.


* * *

Bugün matem günü geldi
Ah Hüseyin vah Hüseyin
Senin derdin bağrım deldi
Ah Hüseyin  vah Hüseyin

Kerbela'nın önü yazı
Yüreğimden çıkmaz sızı
Yezidler mi kırdı sizi
Ah Hüseyin vah Hüseyin

Esti deli poyraz esti
Kafir Mervan bizi astı
Hüseyn'in başın kesti
Ah Hüseyin vah Hüseyin

Kerbela'nın önü düzdür
Geceler bana gündüzdür
Şah Kerbela'da yalnızdır
Ah Hüseyin vah Hüseyin


Bir su verin masum cana
Yezid içti kana kana
Fatma Ana yana yana
Ah Hüseyin vah Hüseyin

Hatayi

Muharrem Ayı ve Alevilik -1

Muharrem Sohbetleri: Mazlumların yası ve KerbelaPDFYazdırE-posta
Muharrem Sohbetleri: Mazlumların yası ve Kerbela

Muharrem Orucu’nu Anadolu ve Rumeli Alevilerine has bir özelliktir. Yaygın bir kanının aksine ‘12 İmam Orucu’ Hz. Ali’ye ve Ehlibeyt’e bağlılıklarıyla bilinen Şii, Caferi ve Arap Nuseyrilerince zorunlu bir oruç olarak görülmez

 
NECDET SARAÇ/ALİ YILDIRIM- Muharrem ayı, bütün Aleviler için yas ayıdır. Aleviler, Muharrem ayında kimi yerlerde 10, kimi yerlerde de 12 gün oruç tutarlar. 10 Ekim 680’de Kerbela’da Yezit tarafından öldürülen İmam Hüseyin ve 71 kişi için tutulan oruç aslında bir yas ibadetidir ve İmam Hüseyin şahsında bütün mazlumlara adanır.

Aleviler, Hz. Ali ile Muaviye arasında, sonra onların oğulları olan İmam Hüseyin ile Yezid arasındaki mücadeleye basit bir “iktidar kavgası” olarak bakmazlar. Aleviler için bu mücadele asıl olarak mazlum ile zalimin mücadelesi olduğu gibi, özgürlükle esaretin ayrışmasını da simgeler. Çünkü İmam Hüseyin, haksızlığa tavır almış, canı pahasına Yezit’e biat etmemiştir. Bundan dolayı da, Aleviler için, Hz. Ali ve oğlu İmam Hüseyin mazlumluğun, direnişin ve adaletin, Muaviye ve oğlu Yezid ise zalimliğin sembolleridir. Bilimsel olarak ele alındığında bu oruç insanlığın en kadim matemlerinden biridir. Kökeni Sümer efsanelerine Anadolu’daki Ana tanrıça tapınımlarına kadar da ulaşmaktadır. Yaygın bir kanının aksine “Muharrem Orucu” veya adına “12 İmam Orucu” da denen matem orucu, Hz. Ali’ye ve Ehlibeyt’e bağlılıklarıyla bilinen Şii, Caferi ve Arap Alevilerince zorunlu bir oruç olarak görülmez. Bu durum Muharrem Orucu’nu Anadolu ve Rumeli Alevilerine has bir özelliktir. Nitekim Kul Nesimi bunu “biz bir oruç tutarız, başka birine benzemez” dizeleriyle dile getirmiştir.


***

Anadolu ve Balkanlarda çağlar boyu “kapalı devre” yaşanan bu kutsallık, 1960’lar sonrası Alevilerin kentlere göç etmesi ve dernekler kurarak örgütlenmeleri sonucu  “Muharrem Orucu” olarak bugün Türkiye gündemine de oturmuş, bu nedenle mecliste bile  “Muharrem ayı” ile ilgili yeni bir düzenleme yapılmak zorunda kalınmıştır.

Bir çok kaygıyı ve korkuyu aşarak, 2004 yılında, Tuncay Özkan ve Merdan Yanardağ’ın desteğiyle Kanal Türk televizyonunda yapılan “Muharrem Sohbetleri” ile bir ilk gerçekleştirildi. Böylece hem bir tabu hem de korku yıkıldı. Bugün bazı televizyon kanallarında yapılan benzer programlar o ilk çıkışın sonuçlarıdır.

Bu geleneği oluşturanlar olarak “Muharrem Sohbetleri” başlığıyla, bugünden başlayarak 12 gün boyunca, Muharrem Orucu ile ilgili bilgileri sizlerle paylaşacağız. İnanç önderleri de sizden gelecek soruları yanıtlayacaklar. Siz de sorularınızı, yorumlarınızı ve önerilerinizi lütfen bizimle paylaşınız.


MUHARREM ORUCU NİÇİN TUTULUR?Anadolu Alevi - Bektaşileri 10 Muharrem’i bir matem günü olarak değerlendirirler. Çünkü Hz. Hüseyin 10 Muharrem (18 Ekim) 680’de Yezit orduları tarafından Kerbela’da önce susuz bırakılıp daha sonra da başı kesilmek sureti ile şehit edilmiştir.  Bundan dolayı Muharrem ayının ilk 12 günü yas-ı matem günleridir. On iki gün boyunca oruçla yas tutan Aleviler, böylece Hüseyin’in Kerbela’daki direncini anarken, Yezit’in Hüseyin’e ve ailesine yaptığı vahşeti lanetlerler.
Muharrem’in başlangıcı takvimlerde belirtilmekle beraber, geleneksel olarak Muharrem’e Kurban bayramının son gününden 17 gün sayarak başlanır.

“10 Muharrem – Aşura” diye de anılan bu gün, Muharrem ayının onuncu günü demektir. Nitekim “Aşur” Arap dilinde on, onuncu demektir; bu deyim, bu söyleniş buradan gelir. Kısaca “Âşûrâ”, “Onuncu gün” demektir.

İsa’nın Doğumundan 680 yıl sonra 18 Ekim’de yaşanmış bu vahşetin yasının tutulduğu tarihin her yıl değişmesi Arapların kullandığı ay takviminden kaynaklanır. Hicri veya Kameri de denilen bu ay takviminde bir yıl 354 gün olduğundan dolayı Muharrem ayı her yıl 11 gün önce gelir; “Âşûrâ - On Muharrem günü”de  bu yüzden her yılın değişik zaman dilimlerinde gelir. 


KAVRAM: KERBELAKerbelâ, Irak’ta, Hazreti Peygamber’in kızları Hazret-i Fâtima ile damatları Hazret-i Ali’nin oğulları İmâm Hüseyin’in, Yezîd’in emriyle Kûfe valisi Ziyâd oğlu Ubeydullâh’ın, ashâbtan Sa’d b. Ebu-Vakkas oğlu Ömer’in kumandası altında gönderdiği ordu tarafından sarılıp Hicretin 61.yılı (M.680) Muharrem –ayının- onuncu günü, yanındakilerle –beraber- şehit edildiği ve defnolunduğu, türbelerinin bulunduğu yerin adıdır. Yezid ordusu Kerbelâ’da İmam Hüseyini ve ona uyanları (onun yandaşlarını), ehlibeytini 61.yılının ilk ayı olan Muharrem’in ikinci günü kuşatmış, yedinci günü Fırat nehrinin suyunu onlardan kesmiş, onuncu günüde kendisine uyanları ve kendisini şehîd edip Ehlibeytini esir etmişti. Bu fâcia, İslam âlemini elemlere boğmuş, bu münasebetle de her hangi bir yerde yiyecek-içecek kalmazsa “Burası kerbelaya döndü” deyimiyle bu facia hatırlanır olmuştur.

Ehlibeyt taraftarları, İmam Hüseyin’i ziyaret etmeyi büyük bir sevap ve bir vicdan borcu bilirler. Kerbelâ’ya gidemeyenler de, oldukları yerde ziyaret ederler. “Âşûrâ”, onuncu gün demektir. On iki imamın beşincisi ve İmam Hüseyin’in torunu İmâm Muhammet’ül-Bakır, “Her gün Âşûrâ, he yer Kerbelâ” buyurarak İmam Hüseyin’in her gün ve her yerde ziyaret edilebileceğini (anıla bilineceğini )  bildirmiştir.  (ABDÜLBÂKİ GÖLPINARLI, Tasavvuf’tan Dilimize Gecen Deyimler ve Atasözleri, Sayfa 198)


ORUÇ SÜRESİNCE NELER YAPILMAZ?-Su içilmez (Ancak hoşaf, ayran vb. sulu gıdalar alınabilir ama bardakla, tasla kafaya dikilerek içilmez, kaşık kullanılarak içilir.)
-Çamaşır yıkanmaz.
-Tıraş olunmaz.
-Sigara, içki içilmez.
-Hayvan kesilmez, et yenilmez.-
-Ağaç kesilmez.
-Böcek öldürülmez.
-Kokulu maddeler koklanmaz.
-Cinsel ilişki olmaz. (Oruç açıldıktan sonra da)
-Süslenilmez.
-Aynaya bakılmaz.
-Türkü söylenmez.
-Oyun oynanmaz.
-Düğün olmaz. 
-Cem yapılmaz. (Cemlerin 48 Perşembe yapılmasının nedeni de budur) l Kimi yörelerde oruç tuz yalayarak açılır.

Geleneksel kesimde hala Muharrem ayına özgü uygulamalar olarak varlığını koruyan (banyo yapmama, tıraş olmama, aynaya bakmama, çamaşır yıkamama gibi) kimi pratiklerin çağdaş yaşam içerisindeki uygulama zorluğu nedeni ile uygulamadan kaldırıldığı görülmektedir. (Piri Er)
 
Kaynak-Yurt Gazetesi

14 Kasım 2012 Çarşamba

Kutuplarda Oruç Meselesi...

Kutuplarda oruç ve namaz saatleri sorununu çözmeye çalışan İÜ İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Abdulaziz Bayındır'dan gece-gündüz oluşumuna ilişkin duyanları şaşkına çeviren açıklamalar geldi. Bayındır'a göre gece ve gündüz güneşe bağlı olmayan varlıklar.

Gece ve gündüzün dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinden kaynaklandığı ve düny
a dönerken güneş ışınlarını alan yerlerin gündüzü yaşarken alamayan yerlerin ise geceyi yaşadığı çok uzun süredir biliniyor. Ancak kutuplarda oruç ve namaz vakitleri üzerine bir araştırma yaptığını söyleyen İstanbul Üniversitesinden bir ilahiyatçı takvimler 2011'i gösterirken gece ve gündüz oluşumuna yepyeni (!) bir açıklama getirdi. Cüretinin cehaletten mi kaynaklandığı bilinmeyen Bayındır, Kuran'a göre dünyayı güneşin aydınlatmadığını, dünyayı aydınlatanın gündüz denilen varlık olduğunu da söyledi.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi ve Süleymaniye Vakfı Din ve Fıtrat Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, Norveç’in Tromso kentinde yapılan çalışmaların, kutuplarda güneş batmasa da gece, güneş doğmasa da gündüzün olduğunu gösterdiğini söyledi.

Bayındır, Süleymaniye Vakfında yaptığı basın toplantısında, kutup bölgelerinde güneş hareketlerinin namaz ve oruç konusunun tartışılmasına neden olduğunu belirterek, Ocak ayında vakıftan bir heyetin Norveç’e gittiğini ve heyetin buradaki gözlemlerinin ardından, 5 vakit namazın 5’inin de Türkiye’deki derin vadilerde olduğu gibi tespit edilebildiğini kaydetti.

Kutuplarda binlerce Müslüman’ın bulunduğunu ifade eden Bayındır, "Norveç’in Tromso kentinde yaptığımız çalışmalar, bize kutuplarda güneş batmasa da gece, güneş doğmasa da gündüzün olduğunu gösterdi. Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman da bunu destekleyen ayetler görüyoruz" dedi.

Enbiya Suresi’nin "Geceyi, gündüzü ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedir" mealindeki 33’üncü ayetini hatırlatan Bayındır, gece ve gündüzün güneşe bağlı bir varlık olmadığını, ikisinin de güneşten ayrı bir varlık olarak hareket ettiğini söyledi.

Prof. Dr. Bayındır, şunları kaydetti: "Kur’an-ı Kerim şunu da gösteriyor ki Dünya’yı, Güneş aydınlatmıyor.

Dünya’yı aydınlatan, Güneş ışınlarını aydınlığa çeviren gündüz dediğimiz varlıktır. Gündüz dediğimiz varlık ufkun altında da olsa, bunu aydınlığa çevirmektedir. Karanlığın oluşması, Güneş’in batmasından değil, gece denilen varlığın ortaya çıkmasıdır. Resim ve belgeseller üzerinde yaptığımız çalışmalarda da güneşin tepede olmasına rağmen karanlık olduğunu, Güneş’in yok olmasına rağmen gündüz denilen varlığın ortaya çıktığını görüyoruz. Güneş’ten yansıyan ışınları gündüze çeviriyor." "Kutuplarda namaz vaktinin girmemesi gibi bir şey söz konusu değildir.

Vakitler çıplak gözle bile anlaşılabiliyor" diyen Bayındır, 22-26 Haziran’da Norveç’in Tromso kentinde ikinci bir çalışma yapacaklarını ve bunun kamuoyuna duyurulacağını anlattı.

Bayındır, Kur’an-ı Kerim’de namazın ilk peygamberden son peygambere kadar kesintisiz kılındığının anlatıldığını belirterek, bu vakitlerin herkesi kapsadığını kaydetti.

İÜ Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Adnan Ökten’in bu çalışmalar sonucunda yeni bir takvimin yapılabileceğini söylediğini aktaran Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, namaz vakitlerinin bölgesel nitelikte hazırlanması gerektiğini söyledi.

Fantastik açıklamalar
Bayındır, daha önce de katıldığı çok sayıda televizyon programında evrenin işleyişi ve dünyanın evrendeki konumuyla ilgili fantastik açıklamalarıyla dikkat çekmişti.

Prof. Dr. Celal Şengör ile yaptığı tartışma ile ünlenen Bayındır, bilimi reddeden görüşler savunmuştu. Bayındır, sıkı bir evrim karşıtı olarak da biliniyor.

(soL-Haber Merkezi)