8 Mart 2012 Perşembe

Türban'ın Kodları


KADIN'I YÜCELTİR GÖRÜNÜP KÜÇÜLTME USULÜ; HAK VE ÖZGÜRLÜĞE SAHİP İMİŞ GİBİ GÖSTERİP AŞAĞILATMA KURNAZLIĞI

Şeriat'ın Kur'an ve Hadis kaynaklarından çıkma emirleriyle kadınlara reva görülen haksızlıkları ve aşağılık durumları, akıl ve zeka sahibi olan ve insanlık haysiyetinin şahsiyeti bilincine erişmiş bulunan kadınlara kabul ettirmek, hiç kuşkusuz mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki Şeriat sistemi, kadınları, bin dört yüz yıl boyunca erkeklerden de daha "cahil" tutma siyasetini en başarılı bir şekilde uygulayagelmiştir.

Fakat bunu yaparken bir de kadını, sanki hak sahibi durumunda tutuyor ve hatta yüceltiyormuş gibi görünüp bunlardan yoksun kılma siyasetini izlemiştir. Hem de öylesine bir kurnazlıkla ki, çoğu kez kadını küçültücü emirleri sanki onun çıkarlarını sağlamak için getirmiş gibi görünmüştür. Şöyle ki:

Şeriat'ın kadınlarla ilgili hükümleri arasında kadın hak ve özgürlüklerine ve eşitlik ilkelerine yer verir gibi görünenleri vardır. Örneğin Ahzab Suresi'nde: "sabreden, oruç tutan, iyi" müslüman kadınlara büyük mükafatlar vaad edilmiştir (K. 33 al-Azhab 33, 35). Nisa Suresi'nde "İnanmış olarak yararlı iş gören" kadınların cennete gidecekleri belirtilmiştir (4 Nisa 14); Nahl Suresi'nde "...kadın, erkek inanmış olarak kim iyi iş işlerse, onu temiz bir hayat ile ihya eder yaşatırız" diye yazılmıştır (16 Nahl 97).

İşte bu ya da buna benzer hükümlere bakılarak İslam'ın cinsiyetler arası ayırım yapmayıp kadın erkek eşitliğine yer verdiği sanılır.

Yine bunun gibi Kur'an'daki: "...ana, babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere hisse vardır... kadınlara da hisse vardır" (4 Nisa 7) şeklindeki ayetlerden mülk edinme ve mülkten yararlanma bakımından kadın-erkek eşitliğinin öngörüldüğü savunulur. Bu tür hükümlere sarılarak Şeriatçı, İslam dininin kadına hak ve eşitlik sağladığını iddia eder.

Oysa ki bu hükümlerin hemen her birinin gerisinde, kadını hak ve özgürlükten yoksun eden, küçülten ve erkeğin hizmetine ve sömürüsüne terkeden gizli amaçlar yatar. Örneğin, "kadınların ayakları altından Cennetler geçer" şeklindeki hükümlerin özünde, gerçek olarak kadına ne kadın olarak ne de ana olarak hak ve değer tanıyan bir anlam vardır.

Çünkü bir kere, kadının cennete girebilmesi, her şeyden önce kocasının hizmetlerini en iyi bir şekilde görmesine, onu memnun etmesine, ona mutlak şekilde itaat etmesine ve onun şehvetini, yine onun dilediğine ve zevkine göre gidermesine bağlıdır. Bütün bu işleri kusursuz denecek şekilde yapmış olsa dahi, cennete girebilmesi yine de kocasının iznine bırakılmıştır. Öte yandan cennete alınan kadın için mutluluk ya da huzur diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü cennetler, sadece erkeklerin mutluluğu ve saltanatı için öngörülmüş ve bu maksata yarar şekilde hazırlanmıştır. Örneğin Kur'an'da, özellikle "e'n Nebe", ya da "el-Vakıa" ve "e'd-Dehr" Sure'lerindeki cennet tanımlamaları bunun böyle olduğunu açıkça göstermeye yeterlidir. e'n Nebe'de "...çekinenlere bir kurtuluş ve murada eriş (yeri)" olarak belirtilen cennette "...memeleri yeni sertleşmiş yaşıt kızlar ve dopdolu kadeh" (K. 78;33, 34) olduğu yazılıdır. el-Vakıa Suresi'nde, cennete giren mü'minlere "kara gözlü huriler" vaad edilmiş ve bu hurilerin "kız oğlan kız olarak" halk edildikleri ve "cilveli ve şirin sözlü" olup eşlerine aşık ve onlarla yaşıt" kılındıkları eklenmiştir (K. 56 al-Vakıa, 15-38). Hatırlatalım ki bu huriler ve kara gözlü dilberler, mü'min erkeklerin "asıl ve gerçek" eşleridir. Bu itibarla mü'min erkeklerin yeryüzündeki eşlerine her bakımdan üstünlük ve öncelik arzederler.

Bütün bunlar gösteriyor ki yeryüzü kadınlarının "iyi ve inanmış müslüman" olarak cennete girmiş olmalarının kendilerine mutluluk ve huzur sağlaması söz konusu değildir. Aksine cennete girmek onlar için bir bakıma azap olacaktır; çünkü girdikleri an görecekleri şey, kocalarının hurilerle sarmaş dolaş sevişir oldukları manzaradır.

Yine aynı şekilde Şeriat hükümleri arasında anaları saygınlığa layık imiş gibi gösterenleri vardır. Örneğin al-Ahkaf Suresi'nde: "...ve biz insana, anasına ve babasına iyilik etmesini emrettik, anası onu zahmetle taşımıştır ve zahmetle doğurmuştur" (46 al-Ahkaf 15) şeklindeki ayetler yanında "Cennet annelerin ayakları altındadır" şeklindeki hadis hükümleri yer almıştır. Ve bunlara bakılarak İslam'ın kadını "ana" olarak yücelttiği sanılır. Oysa ki bu hükümlerin kadını, "ana" olarak gerçek anlamda değer bilen bir yönü yoktur; sadece "müslüman topluluğunun nüfusunun çoğalmasına araç olması" bakımından önemi vardır. Çünkü bütün bu hükümler, analara karşı "iyi ve saygılı" davranmayı, ananın müslüman olması şartına bağlamıştır. Müslüman olmayan "ana" için böyle bir saygı öngörülmemiştir. Nitekim Kur'an'ın çeşitli surelerinde (ve örneğin Tevbe) farklı inançtaki anaya (ya da babaya ve yakınlara) karşı yakınlık ve bağlılık gösterilmesi yasak edilmiştir. Bundan dolayıdır ki Muhammed kendisi bile, kendi öz anası Emine'yi, müslüman olarak ölmedi diye, kendisine yabancı saymış ve ona Tanrı'dan mağfiret dilemekten kaçınmıştır. Eğer "ana"lık durumu kadını şeref ve değere eriştiren ve evlatlarının mağfiretine layık kerteye yükselten bir şey olmuş olsaydı, herkesten önce Muhammed'in örnek olması ve anası Emine için dua'da bulunması gerekirdi. Oysa ki anasının adını ağzına almadıktan gayrı (ve örneğin Kur'an'da İsa'nın anası Meryem adını zikrettiği halde Emine'nin adına yer vermemiştir) ona mağfiret dilemeyi dahi çok görmüş ve "Tanrı bana anam için hayır dua etmeme izin vermedi" demiştir.

Muhammed'in kadına değer verdiği yalanlarına sarılanlar, onun ırk ve renk farkı dahi gözetmeden zenci bir kadının kabri başında namaz kıldığını söylerler ve Ebu Hüreyre'nin rivayetine dayalı şu hadisi örnek verirler: "Bir zenci kadın Mescid-(i Şerif'i) süpürürdü. (Günün birinde) vefat etti. (Muhammed) ne oldu? diye sordu. -'Bana vefatını haber vermeli değil miydiniz? (Haydin) bana kabrini gösteriniz'- buyurdu. (Ondan sonra) kabrin başına varıp namaz kıldı.(1)

Hemen belirtelim ki Muhammed'in, zenci bir kadının kabri başında namaz kılmasının nedeni, kadına değer vermiş olmasından (ya da ırk ve renk ayırımı yapmamasından) filan değildir. Kadın denilen yaratığı dinen ve aklen dun ve genellikle cehennemlik gören ve üstelik siyahileri küçük bilen bir kimsenin, ölmüş bir kadının kabri başında namaz kılmayı düşünmesi mümkün değildir. Yukarıdaki olayda zenci kadının kabri başında namaz kılması, sadece Mescid gibi yerlerde hizmet görmeyi teşvik amacına dayalıdır. Gerçekten de Buhari'nin söylediğine göre Mescid süpürmek ve temizlemek gibi hizmetler, ufak görünse bile, gelecek dünyalarda büyük mükafatlara müstahak şeyler sayılmıştır. Bunun da nedeni bu gibi hizmetlerin parasız ya da çok az bir ücretle karşılanmasını sağlamak içindir. Bu tür hizmetleri görenlerin bu şekilde taltif edilmeleri ve gelecek dünyanın mükafatlarına layık görülmeleri, elbette ki gönüllü çekmeye yeterlidir. İşte Muhammed'in yapmak istediği de bu olmuştur.

Her ne kadar bazı kaynaklar, zenci kadının vefatını Muhammed'e haber vermeyenlerin, bunu sırf zenci kadını hakir görüp onun ölümünü ihbara lüzum duymadıkları ve Muhammed'in ise namaz kılmakla zenci kadını şereflendirdiği kanısını yaratmak istemişlerse de gayretleri boşadır. Çünkü Beyhaki'nin rivayetinden anlaşılmaktadır ki vefat haberini Muhammed'e vermeyenler, bunu vefat olayının gece vakti vuku bulması ve o saatlerde Muhammed'i uyandırmak istememelerinden dolayı yapmışlardır; yoksa zenci kadını hakir gördüklerinden değil.

Öte yandan yukarıda sözü edilen hadis'in sağlamlığı da tartışma konusudur. Çünkü kabir üzerinde namaz kılmanın caiz olup olmadığı hususu bugüne kadar çözümlenmiş değildir. Ebu Hanife ve Malik, bunu tecviz etmezler. Bu nedenle Hanefi ve Maliki mezheplerinde kabir başında namaz kılmak diye bir şey yoktur. Caiz görenler ise(2) namazın ölümden sonra ne kadar zaman içerisinde kılınması gerektiği hususunda anlaşamazlar.(3)

Mal edinme konusunda kadın-erkek eşitliğini sağlar görünen hükümler bakımından da durum böyledir ve bu hükümler açısından da gerçek anlamda eşitlik diye bir şey söz konusu değildir. Örneğin Nisa Suresi'nin 7. ayetinde "ana, baba ve yakınların bıraktıklarında mü'min erkeklere ve kadınlara pay" olduğu açıklanmıştır. Aynı surenin 32. ayetinde "Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır" diye yazılmıştır. Oysa ki bu aynı ayetin başında "Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyi özlemeyin" (K.4 Nisa 32) şeklindeki hüküm gereğince bu alanda eşitlik gözetmemeye icazet verilmiştir; nitekim aynı Sure'nin 11. ayeti'nde de "dişinin" payının erkeğinkinin yarısı olduğu belirtilmiştir.

Yine bunun gibi "Kocaların karıları üzerinde olduğu gibi kadınların da kocaları üzerinde hakları vardır" şeklindeki hükümler örnek verilerek evlilikte karı-koca eşitliğine değinilir. Oysa ki Muhammed "Nikah kadınlar için köleliktir" şeklindeki hükümlerden tutunuz da erkeğin kadına üstün ve "seyyid" adına layık bulunduğuna, kadının ise "tabi/köle" kertesinde kılındığına ve kocasının her türlü hizmetlerini yapmakla zorunlu bulunduğuna varıncaya kadar; ya da evli kadını (sokağa çıkması, komşusu ile selamlaşması, oruç tutması ve ibadeti gibi), her işini kocasının izni ile yapmasına kadar tüm yaşamları itibariyle özgürlükten yoksun bırakan hükümlerle dolu bir düzen getirmiştir. Yerleştirdiği şeriat sistemi, "boşama hakkını münhasıran erkeğe bırakmakla kocayı karısı üzerinde insafsız bir baskı kurma olanağına kavuşturmuştur.

Öte yandan kadınların yaşamını adeta azab ve mutsuzluklar içinde tutan Şeriat emirleri, sanki kadınların yararına olmak üzere ve sanki onların çıkarları sağlansın diye düşünülmüş gibi gösterilmiştir.

Örneğin kadınların tanınmayacak şekilde örtünüp kapanmalarını ve hatta çirkin giysilerle dolaşmalarını öngören hükümlerin temelinde bu kurnaz felsefe yatar. Oysa ki asıl "neden" erkeğin ilkel kıskançlığını karşılamak ve onu rahatlatmaktır.

Kadınları, hiç tanınmayacak şekilde örtünmeye zorlayan Kur'an ayetlerinden birinde şöyle denmiştir:

"Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına, dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını söyle; bu onların tanınmasını ve bundan dolayı İNCİTİLMEMELERİNİ sağlar..." (33 Ahzab 59).

Görülüyor ki örtünme gereği kadını "incitilmekten" koruma nedenine dayatılmış ve bununla sanki kadın, korunmak isteniyormuş havası yaratılmıştır. Oysa ki maksat kadını korumak değil, erkeğin kıskançlığına çözüm bulmaktır. Söylemeye gerek yoktur ki bütün vatandaşlar gibi kadınların da güvence içerisinde yaşamalarını sağlamak ve incitilmelerine engel olmak Devlet'e düşen bir iştir ki bu işi Devlet, toplum düzenini sağlamaya matuf tedbirleriyle kolaylıkla yapabilir. Fakat kadını koruyacağım diye onu zindana sokmaya çalışmak, yani çarşafa tıkamak ve evden dışarı çıkarmamak, akla ve mantığa ve ahlaka sığan bir şey sayılamaz.

Verilebilecek bir diğer örnek "bakirelik" konusundadır. Bakirelik kavramı, İslam'ın dinsel kutsallıkta saydığı bir şeydir. Çünkü Muhammed "Bakire ile evlenin" diye konuşmuş ve müslüman kişiyi bakire ile evlenmeye zorlamıştır.(4) Bundan dolayıdır ki, müslüman kızının şeref ve haysiyeti "bekaretini" korumakla kaim sayılmış ve yaşam kaderi de adeta bununla çizilmiştir. Ve sanılmıştır ki "Bekaretin" namus simgesi olarak benimsenmesi, kadının çıkarlarına ve ahlakiliğe uygun bir şeydir. Oysa ki aslında "bekaretin" ne kadının çıkarlarıyla ve ne de ahlakilikle ilgisi vardır. Sadece ve sadece erkeğin mutluluğunu, huzurunu ve rahatını sağlama amacıyla ilgisi vardır. Nitekim Muhammed, müslüman erkeklere bakire kadınlarla evlenme gereğini öngörürken, bunun gerekçesini: "...Çünkü (bakire kızlar) daha tatlı dilli, dudaklıdırlar. Aldatma (ve cinsel arzularınızı erteleme) yetenekleri daha azdır. Cinsel ilişkilerde ve harcamalarda çok daha kanaatkardırlar. Cinsel organları daha eylemli ve daha çok haz vericidir" şeklinde konuşmuştur. Bakire kızların kocalarına karşı daha itaatkar olacaklarını ve daha önce başka bir erkekle evli olmadıkları için eski kocalarını düşünmeyeceklerini belirtmekten de geri kalmamıştır.(5)

Yine söylemeye gerek yoktur ki bütün bunlar erkek sınıfının çıkarları için düşünülmüş şeylerdir. Böylece "bekaret" öğesi sanki kadın bakımından meziyet ve faziletmiş gibi gösterilmek suretiyle erkeğin çıkarları teminat altına alınmak istemiştir.

Bu örnekleri çoğaltmak kolaydır. Fakat şu bir kaç örnek bile kanıtlamaya yeterlidir ki İslam'ın kadın lehine sevkeder göründüğü hükümlerin altında, esas itibariyle kadını erkeğin emrine, hizmetine ve sömürüsüne terkeden niyetler yatmaktadır. - İlhan Arsel, "Şeriat ve Kadın", 12. Baskı, 1994, s.41 vd.

Dipnotlar:

(1) Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih... c.II, s.339, Hadis no: 286

(2) Aralarında Ahmed İbn-i Hanbel, Şafii gibiler vardır.

(3) "Bir aya kadar zaman içerisinde kılınabilir" diyenler yanında "ceset çürümedikçe kılınmaz" diyenler vardır. Bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, II, s. 399 vd.

(4) Başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere tüm din adamları, halkımızı bu tür hükümlerle eğitirler. Örnek olarak bkz. Ali Rıza Demircan, "İslam'a Göre Cinsel Hayat", (Eymen Yayınları, İstanbul 1986, I, 114)

(5) İbid, , 114